Kara çarşaf Türkiye'de gericiliğin sembolü olamaz

Türkiye'de yıllarca gericiliğin sembolü olarak sakallı, takkeli erkekler, kara çarşaf içinde hiçbir yeri görünmeyen kadınlar kullanıldı. Haksız bir yakıştırma hiç değildi. Ne kara çarşaf masumdu, ne de herkesin bildiği o malum kıyafetle gezen erkekler... Ancak sorun gericiliğin, İslamcılığın ve hatta şeriatçılığın bu insanlarla sınırlı bir akım olarak görülmesiydi.

Sayıları çok değildi çünkü. Artmalarına rağmen hâlâ da o kadar çok değiller. Tehlikeli olabilirler, ama Türkiye için esas tehdidi hiçbir zaman onlar oluşturmadı. Dinsel ideolojinin nasıl bir tehdit olduğunu anlatmaya çalışanları küçümseyenler bu niceliği kullanmaktan hiç çekinmedi. Çünkü Türkiye ölçeğinde bir ülkenin değiştirilmesi için bunların gücünün yetmeyeceği açıktı.

Gözden kaçan nokta ise bir grubun elinde tuttuğu siyasi gücün hiçbir zaman sadece nicelikle ölçülemeyeceğiydi. Siyasi güç ya da güçsüzlük, bir ideolojinin peşinden giden insanların, yalnızca çevrelerindekileri de değil, genel olarak diğer insanları ikna edebilme yeteneğiyle doğrudan bağlantılıydı. Üstelik bu ikna süreci illa bir tür başarıya veya haklılığa ikna olma şeklinde gerçekleşmek zorunda da değildi. İnsanlar bazen bir hareketin kendiler için zararsız olduğuna da inanabiliyor, bu inanç o hareketin önünü açabiliyordu. İslamcıların, çarşafla karakterize edilen kesiminin bunu yapma şansı hiç olmadı. Onların Türkiye'nin geri kalanını ne kendi yollarına ikna etmeleri mümkündü, ne de zararsız olduklarına.

Ama sonra başka bir İslamcı kuşak geldi. Batıyla el ele yürüyen, Batıcılıktan ve liberalizmden feyz alan, iktisadi ve siyasi söylemlerinde bu ilhamı itinayla kullanan, tam anlamıyla Batılı standartlarda giyinmese de giyinirken ve hatta örtünürken bu standartlardan etkilendiğini gösteren ve Batıyla işbirliğine açık, piyasayla barışık, laiklik ve aydınlanmayla kavgalı kimliğini hayatın her alanında yeniden üreten ve bu açıdan tutarlı bir kuşak...

Türkiye sağının İslamcı gericiliğe açık hale getirilmiş tabanını bu kimlikleriyle çok kolay örgütlediler. Ama daha önemlisi diğerlerini, bu projenin kendisine asla ikna olmayacak insanları zararsız olduklarına ikna etmeleriydi.

Bu dönemin karakteristik giyim biçimi olarak türban yalnızca İslamcı davanın simgesi değildi, aynı zamanda toplumsal bir uzlaşma arayışının sembolüydü. Beklentiye göre türbanıyla hayatın içine daha çok girecek olan inançlı kadın veya erkek zorunlu olarak modern yaşama uyum sağlayacaktı. Modern yaşama uyum sağlayacakları doğruydu, ama modern yaşamın yavaşça dönüştürülmesi ve dinsel kurallara ters düşmeyecek hale getirilmesi koşuluyla...

Üstelik büyük kentlerde ya da Türkiye'nin belli bölgelerinde İslamcılığın rengini çalamayacağı bölgeler mevcuttu. İkna süreci buralarda daha özenli davranılmasını da içeriyordu.

Dahası, Batıcılık ve piyasacılık, İslamcılığa karşı çıkan kitlenin zayıf karnıydı. Örneğin, Avrupa Birliği hedefi AKP'nin ilk döneminde bu kitlenin sessiz kalmasında kilit önemdeydi. İslamcılar, sınıfın en çok ezdikleri kesimini gerici ideolojiyle kontrol altına alırken, görece daha az ezilen kentli ve nitelikli emekçilere piyasanın kuralları içinde kaçacak boşluklar yaratıldı. Eğitimin baştan aşağı dönüştürülmesi, kamu okulu olarak imam-hatiplerin tek seçenek haline getirilmesi, çocuklarını sekülerizmin parayla satın alındığı özel okullara gönderen veliler için sorun olmadı mesela. Türkiye'nin şehir içinde bir tane içkili lokantası olmayan, marketlerinde alkol satılmayan milyonluk şehrinde dahi, beş yıldızlı otelde parayla satın alınabileceklerin sınırı yoktu. Bu olanaklara sahip olmayanlar ise bu hayallerin üzerine kurulu orta sınıf ideolojilerine teslim oldu.

Piyasacılık ve Batıcılıkta uzlaşabileceğinin sinyallerini veren İslamcılığa yine oy verilmedi ama tam da o zeminde uzlaşılarak toplumsal ve siyasi alanda gerici dönüşüm onaylandı. Fakat zaten Türkiye gericiliğinin, bu insanların oyuna değil rızasına ihtiyacı vardı. İslamcılığa değil, piyasaya ve Batıyla işbirliğine onay verdiklerini düşünenler ise bu şekilde aslında dinselleşmeye onay verirken Türkiye'deki gerici dönüşüme güç verdiklerini fark etmediler bile. Türkiye, bu uzlaşmayla gericileşti.

Oysa durdurmak mümkündü. Laiklik ve aydınlanma mücadelesi bir orta sınıf fantezisi olarak kavranıp kurgulanmasa, günümüz koşullarında laikliğin ve aydınlanmanın piyasacılık ve emperyalizmle yan yana gelemeyeceğinden hareketle bir mücadele örülse, bu mücadele orta sınıf değil emekçi kimliğiyle verilse gericilik bu denli mevzi kazanamazdı.

Bugün Türkiye büyük bir karanlığın içinde debelenirken, durdurmaktan değil süreci geri çevirmekten, kaybettiklerimizi geri almaktan söz etmek lazım artık. Yol ise aslında değişmedi...

Türkiye'de kara çarşaf gericilik hakkında hâlâ çok şey anlatıyor olabilir. Ama her şeyi anlatmadığı açık olmalı.

Türkiye gericiliğini resmederken kara çarşafın yanına ve hatta ondan daha çok piyasacı ve Batıcı uzlaşıyı simgeleyen modern esintili türbanları, çağdaş görünümleriyle para babalarını, bu uzlaşının mimarlarından utanmaz liberalleri ve tüm bunları izleyen ve onay veren kendilerini kentli sanan ABD ve Avrupa özentisi ahmakları mutlaka koymalı. Utansınlar diye değil, kendimiz için... Bu bütünü görmeden ülkede aydınlanma mücadelesi verilemeyeceği için.