İşçilerin yokluğunda Türkiye siyaseti

Türkiye'de siyasete bakıldığında büyük bir boşluğun varlığı hemen göze çarpıyor. Türkiye siyaset sahnesinde işçi sınıfı henüz yok.

Seçim sonuçları da bu yokluğun bir göstergesi. İşçi sınıfı adına konuşan tek parti olan Komünist Parti'nin aldığı oylar pek çok açıdan değer taşısa da, bu açıdan bakıldığında büyük bir boşluğu işaret ediyor.

Türkiye'nin en geniş toplumsal kesimi olarak emekçiler, sandık başına gittiklerinde dahi kendileri adına konuşmuyorlar. Konuşmuyorlar, çünkü öyle bir alışkanlıkları yok. Türkiye'de siyaset zaten uzun zamandır seçimden ve oy kullanmaktan ibaret görülüyor.

İşçi sınıfı iktisadi talepleri vesilesiyle konuşmaya başladığı anda dahi siyasete sızmayı başaramıyor. Üstelik, Türkiyeli işçilerin ekonomik istekleri için bile sıklıkla ayağa kalktığını söylemek imkansız.

Siyaset emekçilere kapalı ve yasaklı bir alan. Düzen içinde kalarak siyaset yapan partilerin de bunu değiştirmek için niyetleri yok doğal olarak.

Büyük siyaset sahnesinde açılan her gündeme, tartışılanlara bakın. Bu gündemlerde emekçiler adına, emekçiler için geliştirilen bir yaklaşımın görünür hale gelmemesi bir raslantı değildir.

Başkanlık tartışmasında da eksik olan budur, yakında masaya gelmesi muhtemel çözüm süreciyle ilgili başlıklarda da...

Bu tartışmalarda emekçiler yok.

İşçilerin maddi yaşantılarıyla ilgili büyük dertlerinin asgari ücret tartışmasına indirgendiği bir ülke burası. Üstelik, maaş miktarına kilitlenen o gündemde dahi işçilerin sesi yine duyulmuyor. Emekçilerin maddi koşullarıyla ilgili tartışmayı ve gündemi büyütmek de bugün yine işçilerin görevi...

Laiklik ve aydınlanma gibi tarihsel ilerleme ile ilişkili tartışmalarda da boşluk doğrudan sınıfın kendisine dair. Bu çağda tarihsel ilerleme fikrine sahip çıkabilecek tek sınıf olan emekçilerin varlığı ve bakışı olmaksızın, bu tür tartışmalar da eksik ve sakat kalmaya mahkum. Türkiye ilericiliğinin sınıfsal olarak tek sahibi işçiler çünkü.

Türkiye siyasetinde ne tartışılıyorsa, aslında tek taraflı, tek sınıfın gözünden tartışılıyor. Böylece, ayrışma ve kamplaşmalar da aynı sınıfın cephesinde ortaya çıkıyor. İşçi sınıfının sesi olarak siyaset yapmaya çalışan komünistlerin hattı da çoğu zaman, tam da bu nedenle, bu ayrışma ve kamplaşmaların dışında ve farklı duruyor, kaba bir tabirle üçüncü yol biçiminde görünüyor.

Komünistlerin herkesten ayrı durmalarında bir sıkıntı yok. Ama toplumun gözünde bu ayrılığın kendisinin ayrıksı durmasında, temel ayrışma olarak düzen içindeki çatlakların görünmesinde büyük problem var. Problem bu çatlakların gerçek olmamasında değil, bu çatlaklar gayet gerçek. Esas mesele, bu çatlakların ancak emekçi cephesinden geliştirilen hattın güçlenmesi ve bir seçenek haline gelmesiyle emekçiler için bir anlam ifade edecek olması.

Bu yaklaşım, düzen içindeki çatlakların ve tartışmaların emekçilerin siyasi hattının güçlenmesi için kullanılmasını da dışlamıyor elbette. Ama bunun için de esas şart işçilerin siyaset alanında kendi adlarına konuşmaya devam etmesi.

Türkiyeli komünistlerin gelecek dönemki esas sorumluluğu bu olacak: Türkiye siyasetinde işçi sınıfı adına oluşmuş boşluğu doldurmak, siyasette emekçiler için konuşmak...

Türkiye siyaseti işçi sınıfını çağırıyor. Bu çağrıya kulak vermeden olmaz.


Bu yazı Boyun Eğme'nin 7. sayısında yayınlanmıştır.