İmparatorluk, Cumhuriyet ve Obama ÖZGÜR ŞEN

Yaklaşan ABD seçimleri hakkında yapılan değerlendirmeler, küresel ekonomik krizin gölgesinde daha da ilginç bir hal aldı.

Her ABD seçiminin dünyada ilgi odağı olmasının anlaşılır nedenleri var. Dünya siyaseti üzerindeki etkisi muazzam olan, emperyalist hiyerarşinin en tepesinde duran ülkenin liderini seçmesi, bu sistemin içinde doğrudan yer alan ülkeleri ilgilendiriyor tabii.

Böylesi bir ilginin solda da var olması doğal ancak bu seçimin ülkeleri ve genel olarak sistemin işleyişini ne denli etkileyeceğini ortaya koymak kaydıyla...

ABD'yi incelerken son zamanlarda uluslararası sol çevrelerde yeniden gündeme gelen bir yöntem var. Bu yöntem kabaca, ABD'nin ekonomik ve devlet faaliyetlerini, işleyişi ve sistemini ikiye ayırarak ele almaya dayanıyor: İmparatorluk çok uluslu dünyayı, örneğin küresel askeri aygıtı ve uluslararası finans kuruluşlarını anlatmak için kullanılırken, cumhuriyet doğrudan ABD'de bulunan devlet kurumlarını ve imparatorluğa askerler, uzmanlar, vergi dolarları ve pazarlar sağlayan sosyal sınıfları temsil ediyor.

Bu metod kullanılarak görevi bırakmaya hazırlanan Bush hakkında yapılan incelemeler, Bush'un ABD'deki dengeyi cumhuriyetin aleyhine ve imparatorluğun lehine fazlasıyla bozduğu iddiasına yer veriyor. Yaşanan ekonomik krizin de imparatorluk-cumhuriyet dengesinin yeniden tesisini zorunlu kılacağını söyleyenler de var. Bunun dünyanın kalanı için ABD'nin deniz ötesi faaliyetlerinin azalacağı anlamına geldiği ortada. Seçimler yaklaşırken Hollywood'un liberallerinden, Kıta Avrupası'nın sosyal demokratlarına kadar pek çok öbeğin umudu haline gelmiş Obama'nın "cumhuriyet"in adayı olarak şansının artması da bu duruma bağlanılıyor.

Peki gerçekten böyle mi?

Cumhuriyetin adayı Obama'nın, İmparatorluğun adayı McCain'e karşı kazanacak olması dünya üzerinde böylesi bir rahatlamaya yol açacak mı? ABD saldırgan politikasından vazgeçip örneğin Latin Amerika ve Küba'yı, Ortadoğu ve Kafkaslar'ı kendi haline bırakacak mı?

Öncelikle, emperyalizm hakkında temel bir bilgiye sahip olan birisi dahi, cumhuriyet-imparatorluk ayrımının son derece işlevsiz olduğu kanısına hızlıca varabilir. Bu ayrım, emperyalizmin ekonomik, askeri ve ideolojik yapısı hakkında hemen hemen hiçbir şey anlatmadığı gibi, bütünsel bir sistem olarak kapitalizmin içindeki sermaye hareketlerini, kâr transferlerini, deniz ötesi sömürüden gelen artığın içeride nasıl paylaşıldığı gibi önemli dinamikler hakkında da hiçbir şey söylememekte, üstelik bunlar hakkında düşünmemizi engelleyecek bir kategorizasyona bizi mahkum etmektedir. Bu ayrımın siyasi mücadele açısından mantıksal sonucu bellidir imparatorluğun tasfiye edildiği şartlarda "ABD cumhuriyeti" ile yaşamak mümkündür. Oysa bu tür bir tasfiye ve cumhuriyetin kendi başına ayakta durması emperyalizmin dinamikleri gereği imkansızdır.

Özellikle ABD kökenli veya ilişkili sol çevrelerin derdi ABD'nin emperyalist sistem içindeki pozisyonunu değiştirmekse, bunun dünyanın kalanı için ne anlama geldiği şüphelidir. Tıpkı İngiltere'nin yerini ABD'nin alması gibi, ABD'nin yerini başka bir ülkenin alması da elbette çok önemli bir gelişmedir. Ancak bu tür bir değişim sol açısından yalnızca anti-emperyalist mücadele bağlamında değerlendirilebilir. ABD'nin pozisyonunun değişmesinin ABD'li entelektüellere sağlayacağı vicdani rahatlamanın bu mücadele için bir değeri yoktur. Üstelik "ABD cumhuriyeti"ne dönüşecek ama kapitalist kalacak bir ülkenin emperyalist faaliyetlerinden nasıl olup da vazgeçeceği bir muammadır. Ama liberaller için bunun da bir kıymeti yoktur.

Bu değişimin teorik imkânsızlığını bir an olsun unutalım ve ABD'nin muhtemel ilk siyahi başkanının değişim retoriğine odaklanalım... Çünkü ABD'li liberallere, Avrupa'nın liberal solcusuna bu değişimin sürükleyici figürü Obama hakkında kötü haberler var.

Yalnızca bir örnek... 1983'te soğuk savaşın devam ettiği günlerde zamanın ABD başkanı Ronald Reagan tarafından kurulan Demokrasi için ulusal bağış kurumu (NED) hakkında Obama'nın yaptığı açıklamalar hem ilginç, hem de imparatorluk-cumhuriyet denkleminde oldukça açıklayıcı.

Bu kurumun temel görevi, ABD'nin yurtdışındaki siyasi operasyonlarına kaynak sağlamak. Son yıllardaki iki çarpıcı örnek olarak kurum tarafından finanse edilen 2002 yılındaki Venezuela'da Chavez'e karşı girişilen darbe girişimi ve Kafkaslar'da girişilen faaliyetler verilebilir. Bunlar gizli saklı faaliyetler de değil. NED'in kendi sitesinde dahi bu faaliyetler ve NED'in ABD'nin istihbarat ve askeri örgütleriyle girdiği ilişkiler hakkında bilgiler bulmak mümkün.

Obama ise birden fazla açıklamasında NED ve benzeri kurumların güçlendirilmesi ve faaliyet sahalarının genişlemesi gerektiğini ifade ediyor. Obama'ya göre "demokrasi dünyası"nın dışında kalan ülkelere saldırmadan önce bu faaliyetlerin denenmesinde yarar var. Hedeflerde bir değişiklik yok burası açık... Ancak yöntemsel farklılığın da bir sınırı var galiba. Obama da kendisinden önceki demokrat başkan Clinton gibi bu tür yöntemlerin sonuç almadığı yerde geleneksel zoru kullanabileceğini saklamıyor. Zaten başka türlüsü ABD gibi bir ülke için mümkün olabilir mi?

Obama, Küba ve İran gibi ülkeler için NED faaliyetlerinin yanı sıra daha fazla izolasyon öneriyor.

Bu yaklaşımlara sahip Obama'nın nasıl olup da ABD'nin emperyalist faaliyetlerini tasvir etmekte kullanılan imparatorluğu tasfiye edeceği, Hollywood zırvası filmlerdeki gizemleri aratmıyor.

Bu gizemi de biz değil, her daim uluslararası güç dengeleri içinde kendisine bir yer bulmayı adet edinen, siyaset yapmayı bu tür pozisyon almalardan ibaret sayan, ABD seçimlerine de doğal olarak bu gözle bakanlar çözsün.