Herkesin borçlarından kurtulması için bir yol var

Türkiye halkı boğazına kadar borca batmış durumda ve gittikçe derinleşen bu borç sarmalı Türkiyeli emekçilerin hayat karşısında takındıkları tavrı ve siyasi tutumlarını doğrudan etkiliyor. Resmi rakamlara göre tüketici kredisi veya kredi kartı borcu nedeniyle takibe düşenlerin sayısı üç milyonu geçmiş durumda. Bu rakam hane halkı borçlarındaki artışla da uyumlu. AKP iktidarının başlangıcıyla bugün kıyaslandığında bir ailenin 50 kat daha fazla borçlu olduğu görülüyor. AKP döneminde tüketim artıyor ve artan tüketim yükselen oranlarda borçla yapılıyor.

İnsanlar, yalnızca otomobil veya konut almak için borçlanmıyorlar. Türkiye'de gittikçe daha fazla kullanılan ihtiyaç kredileri aslında borcu borçla kapatmanın bir yolu. Bunlara yine ihtiyaç gidermenin bir yolu olarak görülebilecek kredi kartları borçları eklendiğinde, toplam borcun büyük kısmının bu iki kalemden oluştuğu ve insanların mal edinmek için değil yaşamlarını devam ettirmek için borçlandığı görülüyor. Üstelik bu rakamlara finansal sistemin dışından alınan borçlar dahil değil. Türkiye'de tefecilerden akrabalara uzanan geniş bir yelpazede farklı yöntemlerle kişilerden borç almanın çok yaygın olduğu biliniyor. Türkiye halkının rakamların gösterdiğinden daha borçlu olduğu bir gerçek.

Türkiyeli emekçilerin hep daha fazla tüketmek için teşvik edildikleri bir ortamda, bu tüketimin tamamının gerekli kalemlerden oluştuğunu iddia etmek elbette zor. Ancak emekçilerin yaşamlarındaki maddi olanakları geliştirmek arzularının tek nedeninin piyasanın insanlara dayattığı tüketim kültürü olduğunu düşünmek de anlamsız.

Emekçiler daha iyi koşullarda yaşamak istiyorlar. Bu koşulların ne olduğunu öğrenmek için de patronların yaşam tarzına değil, kendilerine yakın ve ulaşılabilir gördükleri, sınıfın daha çok kazanan kesimlerine bakıyorlar. Piyasa da bu bağlamda, tüketim kalıbı olarak patronların değil orta sınıfların yaşam tarzını pazarlıyor. Siz hiç tropik bir adanın satın alınmasının reklamının yapıldığını gördünüz mü? Ya da kaptanla beraber önden Amerika kıyılarına gönderilen yatla buluşmak için uçak yolculuğu yapılmasının... Bu ve benzer örnekler düzenin pazarlanmasında nadir bir simge olarak gündeme gelebilir ama en zenginlerin yaşamları emekçiler için hayal bile edilemeyecek kadar uzak. Onlar bir tesiste ailecek yapılacak tatilin, üste başa alınacak güzel giysilerin, şık bir lokantada yenecek mükellef bir yemeğin peşindeler... Çünkü bunları yapabilen emekçiler var ve hedeflenen hayat da tam olarak bu.

Düzen emekçileri düşük ücretlerle temel gereksinimlerini karşılarken borçlandırmakla yetinmiyor, yarattığı orta sınıf hayaline ulaşmaya çalışırlarken de işçileri borçlandırmaya devam ediyor. Özenilen hayatları yaşayanlar ile yaşamayanlar arasındaki ayrımların keskinleşmesi ve bu yolla sınıfın bölünmüşlüğünün şiddetlenmesi ve emekçilerin patronlardan değil birbirlerinden nefret etmesi de cabası...

Borç yoluyla henüz harcanmamış emeğin satılması ise özgür emekçinin sisteme bağlılığının maddi temelini oluşturuyor. Emeğin peşinen satılması ücretli köleliğin kölelik tarafını şiddetlendiriyor ve daha iyi bir yaşam arzusuyla yola çıkan emekçiler kendilerini bir köleye dönüşmüş olarak buluyor.

Oysa Türkiye tüm emekçilerin daha iyi bir yaşam isteğini karşılayacak maddi olanaklara sahip bir ülke. Bu yaşama kavuşmak için de kimsenin borçlanmasına gerek yok. Borçlandıranların, üretim araçlarını ve serveti haksız bir şekilde ellerinde tutanların mallarına el koyulması yeterli. Böylece hali hazırdaki borçların tamamından da kurtulacağımızı söylemeye gerek var mı?