HDP seçimden sonra AKP’yi destekleyecek mi?

Demirtaş ve Önder’in son röportajlarından sonra bir süredir tartışılan konu doğal olarak tekrar alevlendi. Pek çok kişi HDP’nin, seçimden sonra AKP’yi destekleyip desteklemeyeceğini soruyor. Cevaptan bağımsız olarak kimse bu sorunun kendisinin açığa çıkarttığı garipliğin farkında değil mi?

Ateş olmayan yerden duman çıkmaz saçmalığıyla bir ilgisi yok bu garipliğin. Asıl mesele, bir siyasi parti olarak HDP’nin oturduğu yerin bir türlü anlaşılamıyor oluşu.

HDP liderliği bundan şikayetçi mi? Kesinlikle hayır… HDP, bu belirsizlikle oy toplamaya çalışıyor çünkü.

Partinin herkesin malumu olduğu köklerinin öne çıkmaması için, kökenden gelen ulusal tonun oy tabanını daraltacağı korkusuyla yoğun bir çaba harcanıyor. Bu çaba harcanırken de, toplumun istisnasız her kesimine seslenmeye çalışılıyor. HDP, kampanyası sırasında patronlarla da görüşüyor, işçilerle de…  Demirtaş, din alimliğinde Erdoğan’la yarışırken siyaset kulvarında ulemalığı meşrulaştırıyor ama kentli laiklere de göz kırpmayı ihmal etmiyor. Batı dünyasına gülücükler atan HDP’nin bir toplantısına sol kökenli bir adayın konuşması sayesinde Amerikan karşıtlığı damgasını vurabiliyor.

Bu kadar çok ipte cambazlık yapan bir partinin bir süre sonra yanlış anlaşılmaları düzeltmeye mesai harcamasından doğal ne olabilir? Bu mesainin bizzat HDP yöneticileri ya da HDP destekçileri tarafından harcanmasının önemi var mı? Sonuçta birileri durmadan HDP’nin aslında ne olduğunu ve ne dediğini anlatıyor.

Herkese hitap edip herkesin partisi olmaya çalışan bir hareket, bu karmaşanın içinde herkese seslenirken, siyasette herkesi aynı anda mutlu etmek mümkün olmadığı için bir noktadan sonra farklı kesimler nezdinde kendisini düzeltmek zorunda kalıyor.

Patronlara seslenirken, işçileri memnun etmenin bir yolu yok. Yolu olmadığı için de patronlara anlattığınızı işçilere gittiğinizde düzeltmek, işçilere anlattığınızı patronların huzurunda kılıfına uydurmak zorundasınız.

Diyaneti kaldırmak hedefiyle ilk anda laiklere şirin gözükebilirsiniz, ancak kutsal kitap ve peygamber alıntılarıyla kuracağınızı söylediğiniz inanç bakanlığını aynı kesimlere mazeret söyleyerek anlatmak zorunda kalırsınız. Üstelik laiklik vurgusunun dozunu da kitleye göre ayarlar, laikliği her niyete yenen bir yemeğe çevirirsiniz.

Solcuların Amerikan karşıtı söylemleri, resepsiyonlarda ayağınıza dolanınca tamamen farklı sözcükler kullanmaktan başka şansınız yoktur.

Bu nedenle, böylesi bir karmaşanın içinde verilen röportajın kritik cümlesi, AKP’yi destekleme kısmı değil. O röportajın en vurucu yeri, o paragrafın AKP’yi desteklemeyi ilkelere bağlayan, ilkelerde anlaşılırsa herkesin desteklenebileceğinin söylendiği kısmı.

Başka beyanatlarda da var bu ilkeler… İnsan gerçekten merak ediyor hangi ilkeler diye.

Zaten tam da bu sebeple, HDP’nin AKP’yi destekleyip desteklemeyeceği sorusunun bir önemi yok. Hatta, HDP’nin barajı geçip geçmeyeceği bile bir açıdan önemsiz. Asıl önemlisi şu sorunun yanıtsızlığı; HDP seçimden sonra hangi ilkeler ışığında hareket edecek? Saçma baraj sistemi nedeniyle seçim aritmetiğinin en önemli partisi hakkındaki bu sorunun bugün yanıtlanamıyor oluşu, Türkiye siyasetinin geleceğine dair en önemli ipucu.

Türkiye koşar adım bir belirsizliğe doğru giderken, baraj hesaplarına, AKP’li denklemlere değil, ilkelere bakmak, siyaseti ve seçenekleri ilkeler ekseninde değerlendirmek lazım.