Erdoğan'la Bahçeli arasındaki gizli anlaşma

MHP adlı bir parti Türkiye siyasetinde uzun süredir yok. AKP ve Erdoğan'ın yaşadığı en zor anlarda her defasında iktidarın yardımına koşan MHP, 15 Temmuz'dan sonra tek bir konuda dahi AKP'nin peşinden ayrılmadı. Üstelik bu pozisyonunu her fırsatta üstüne basa basa vurguladı. Öyle ki, yeri geldi, Yenikapı ruhuna AKP'den bile daha fazla sahip çıkan MHP liderliği, bu ruhtan kopma işaretleri veren CHP'yi, AKP adına uyarmaktan çekinmedi. MHP, kendisi için tanımladığı muhalif rolü yeterli görmüyor, Türkiye'deki düzen muhalefetini tümden şekillendirmeye çalışıyordu.

MHP'nin bu çizgiyi izlemesinde lider Devlet Bahçeli'nin özel bir rolü var. Ama tek neden elbette Bahçeli değil... Yenikapı ruhunun parti içindeki konumunu sağlama alacağını fark eden Bahçeli'nin bu ruh konusunda daha gayretkeş olması kimseyi şaşırtmamalı. 15 Temmuz sonrasında Türkiye sağı için ortaya çıkan tablonun, Gülen cemaatiyle bağlantısı olduğu uzun süredir iddia edilen Akşener liderliğindeki muhalefetin tasfiyesini kolaylaştırması, Bahçeli'yi Yenikapı özelinde kişisel olarak da heyecanlandırmıştır mutlaka. Ancak bu kişisel heyecan ve hırs, Türkiye sağının bu köklü partisini olduğu yerde tutmaya yetmez.

Daha ötesi var ve MHP'nin AKP'yle özdeşleşmiş bu devletli çizgisinin hayata geçmesinin tek sorumlusu Bahçeli değil.

Türkiye'de Türk milliyetçiliğinin tarihsel bir görevi ve ödevi var. Düzenin kalıcı bekçisi olarak tanımlanan bu hareket, serpilmeye başladığı ilk andan itibaren, patronların ve onların devletinin karşısında kim bir tehlike olarak görülüyorsa ona karşı konumlandı. Milliyetçi hareketin siyaset sahnesine etkili bir aktör olarak çıkarıldığı ilk yıllarda, Türkiye'de en büyük tehlike olarak yükselen emekçi hareketi ve onun temsilcisi sol görülüyordu. O yıllarda Türk milliyetçiliğinin tek amacı, mümkün her yolu deneyerek, her ne pahasına olursa olsun solu durdurmaktı. Devletin kurumlarıyla birlikte hareket edip kanlı katliamlara imza atmaktan çekinmeyen milliyetçi hareket, o yıllarda da Türkiye sağının birlikte hareket etmesini sağlamayı başarıyordu.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra da MHP bu tarihsel görevine uygun davrandı. Korumak ve sahip çıkmakla yükümlü olduğu devlete tehdit, Kürtlerden geliyorsa, bu defa Kürtlere karşı görev üstlenmekten çekinmedi. Ama esas olan her zaman o devletin esas sahiplerinin çıkarlarının korunmasıydı. Yoksa, o devletin geçici olarak yönetimini üstlenmiş bir siyasi anlayışın değil...

Bu topraklarda Türk milliyetçiliğinin bağımsız bir siyasi varlığı yoktur. Türk milliyetçiliği, devletin, aslında daha doğru bir ifadeyle patronların uzun vadeli çıkarlarının koruyucusudur.

Bugün bu çıkarlar, 15 Temmuz'dan sonra daha da aleni bir şekilde, AKP'de temsil ediliyorsa, AKP'nin devletleşmesi veya devletin AKP'lileşmesi süreci hızla devam ediyorsa, MHP'nin yeri AKP'nin yanıdır.

Devlet Bahçeli, bazen iddia edildiği gibi, milliyetçi hareketi satmıyor. Tam tersine, milliyetçiliğin köklerine ve geleneğine en uygun şekilde hareket ediyor ve milliyetçi tabanı da buna uygun şekilde sevk ve idare ediyor.

Türkiye sağı, hem siyasi alanda, hem de toplumsal olarak uzun süredir görülmemiş bir uyumla hareket ediyor. Çünkü patronlar bu dönemde böyle istiyor.

MHP'nin AKP'ye yardım eli uzatması, her durumda, Erdoğan ve AKP'nin MHP'yi yönettiği anlamına gelmiyor. Bu yardımlaşma vesilesiyle, Erdoğan ve AKP patronların istekleri doğrultusunda yönlendiriliyor. AKP'ye MHP yardımı, MHP'nin tarihsel özellikleri düşünüldüğünde, patronların elinde bir silah. MHP, Türkiye siyasetinde tam da bu zeminde çok etkili bir araç olarak işlevleniyor.

Erdoğan'la Bahçeli arasındaki gizli anlaşma bu işte. Maddelerini ve koşullarını bu düzenin gerçek sahiplerinin, patronların belirlediği bir anlaşma. Anlaşmayı başkası hazırladı ama ikisi de buna uymak zorunda...