Duvarın Arkasındaki İşçi Evleri

Kasım ayında yalnızca Ekim Devriminin yıldönümü yok. Nasıl anılacağı önemlidir ancak 9 Kasım Berlin Duvarı'nın yıkılışının yıldönümüdür. Berlin Duvarı, zamanının Demokratik Almanya Cumhuriyeti hükümetinin 9 Kasım 1989 tarihinde yaptığı açıklamanın hemen ardından yıkıldı.

O gün Almanya'nın her iki tarafında yaşayan insanların neler yaşadığı hakkında pek çok film ve belgesel çekildi, çok sayıda yazı kaleme alındı. Bunların toplam rakamı düşünüldüğünde pek azını izleyebildiğimi veya okuyabildiğimi söylemek yanlış olmaz. Okuyup izlediklerimin önemlice bir bölümünün pek yaratıcı olmadığını belirtmek de...

Bu bir rastlantı değil elbette. Berlin Duvarı, yıkılmadan önce de Avrupa'da kaybedilen ideolojik savaşın simgelerinden biriydi. Çöküşten sonra bu simge hali daha da şiddetlendi. Duvarın çöküşü milyonlarca kez, sosyalizmin çöküşünün simgesi olarak tüm dünyaya izlettirildi. Herkesin kafasına bu yıkılış kazındı. Duvar, her şeyiyle Avrupa'da bir dönemi anlatıyordu, çöküşü de muazzam bir gayretle o dönemin kapanışıyla eşitlendi.

Tarihsel olarak bunda bir yanlışlık da yoktu. Duvarın yıkılışı gerçekten de Avrupa'da ve dünyada bir dönemin kapandığını gösteriyordu. Ancak bir dönemin kapanışını mutlak bir ideolojik çöküş ve tarihin sona ermesi fikriyle eşitlemek büyük bir maharetti. Başarılan da buydu...

Duvar psikolojisi solun da hâl ve tavırlarına silinemeyecek bir damga vurdu. Sol da kapitalizmin bu başarısı nedeniyle, yıkılan duvarın altında kaldı.

Nereden bakılırsa bakılsın, hangi saikle incelenirse incelensin, sol o dönemde fazlasıyla sosyalizmin çözülüşü dinamiklerine odaklandı, hep birlikte farklı taraflardan ve elbette farklı amaçlarla, sosyalizmin neden çözüldüğü sorusuna yanıt arandı.

Bu arayış, doğru bir amaçla yapıldığı sürece, anlaşılabilirdi. Ama bu arayışın yıllarca sürmesi kesin olarak yanlıştı.

Zaten kazananlar demeyelim ama ilerleyenler, çözülüşe değil kuruluşa ve bu kuruluşun kazanımlarına odaklananların arasından çıktı. Onlar duvarın öncesine olduğu gibi sonrasına da Ekim Devrimi ve sosyalist kuruluşun ışığında bakabiliyorlardı. Çözülüşe odaklanıp yenilgi psikolojisinden kurtulamayanlar ise hiç kuşkusuz kaybettiler.

Oysa sosyalizmin somut mirası üzerine basbayağı bir mücadele bina edilebilirdi. Yapılmadı. İlginç olan bu somut mirasa değmemenin neredeyse mümkün olmamasıydı.

Şu pek yaratıcı olmayan, bir kısmı sadece küfür etmek için üretilen filmlerde veya yazılı metinlerde dahi bu gözlenebiliyordu.
Türkçeye "Başkalarının Yaşamı" diye çevrilen, ödüllere boğulan ama tek amacı Alman sosyalizmine küfür etmek olan filmin "rejim düşmanlarını" ihbar etmeyi reddettiği için ömür boyu insanların mektuplarını açmakla görevlendirilen polisini ele alın mesela... Duvarın yıkıldığını haber aldığında postacı olarak çalışan bu polis, yıllar sonra filmin artık finaline geçiş yapıldığında postacılık yapmaya devam ediyordu. Son sahnede, duvarın yıkılışından on belki de on beş yıl sonra hâlâ mektup dağıtmaya devam eden o postacı için geçmişini bir kenara bırakırsak duvarın yıkılması neyi değiştirdi? Bir postacı olarak artık tek Almanya'ya dönüşmüş ülkede daha mı iyi yaşamaya başladı? Yoksa sosyalizmin çözülüşünden sonra adım adım tüm hakları elinden alınan bir postacıya mı dönüştü? Tıpkı diğer emekçi kardeşleri gibi...

Üstelik Berlin Duvarı yalnızca duvarın doğusunda kalan Avrupa ve Sovyet işçileri için yıkılmamıştı. Avrupa'nın duvardan sonra geçirdiği dönüşüm, o duvarın altında Batılı işçilerin de kaldığını gösterdi. Sosyalizm aslında yalnızca duvarın öte yanında yaşayan insanların değil, ideolojik ve siyasi mücadele gereği Batılı işçilerin de hayatını değiştiriyordu. Duvarın yıkılışından ve sosyalizmin çözülüşünden sonra dünya artık bir daha eskisi gibi asla olmayacaktı.

Dünya sosyalizmin hiç yaşanmadığı bir yer değil, sosyalizmin geriye bıraktığı bir dünyaydı.

Duvara böyle bakılmalıydı. Duvara, bugün, bir kuruluşun penceresinden bakmak ancak böyle mümkün olabilirdi.

Yine duvar hakkında bir belgeselde yaşlı bir Doğu Alman kadın işçi, duvarın yıkılışının hemen ardından heyecanla Batı'ya geçtiğinde en başta hevesle dolaştığından, vitrinlere bakıp sokakları gezdiğinden bahsediyordu. Bir iki saat sonra ise sıkılıp evine Doğu'ya döndüğünden bahsediyordu. Doğu ve evi ona daha güvenli gelmişti. İşçinin hissiyatı doğruydu. Biraz zaman geçtikten sonra Doğu ve evi ortadan kalkacaktı. İşçilerin bir yerlere gitseler dahi dönüp kendilerini evinde hissedeceği bir ülke artık yoktu.

Batıdan bakıldığında duvarın arkasından görülen işçi evlerine hep küfredildi.

Oysa Duvar yıkıldığında artık işçilerin bir evi yoktu. O evler işçilerin bir ülkesi olduğunun simgesiydi. Ekim Devrimi ve onu takip eden süreçte dünyanın üzerinde işçilerin ülkeleri ve evleri vardı.

Bugün Ekim Devrimine ve Duvara işte o evlerin ışığında bakmamız lazım. O evlerin geçmişte varolmasının her şeyin ötesinde yalnızca bir tek anlamı varsa, o da dünya üzerinde bu evlerin kurulabilmiş, asalaklara değil emeğiyle yaşayan işçilere bir ülke verilebilmiş olmasıdır.