Davutoğlu gidecek de Erdoğan kalacak mı?

AKP'deki Davutoğlu ekibinin gazete çıkarmaya karar vermesi bir milattı. “Karar” gazetesinin çıkışı AKP hattında kaynayan kazanın Gül ve Arınç'ın başını çektiği Hamamönü hizbiyle sınırlı olmadığını gösterdi.

AKP adlı geniş koalisyon çok sayıda parçadan oluşuyor ama bu koalisyonu oluşturan güçlerin de parçalanmayacağının garantisi yok. AKP'deki güç dengesi ve ittifaklar sürekli değişiyor. Davutoğlu, Erdoğan'ın saraya çıkmasının ardından bizzat Erdoğan tarafından atanmış bir isimdi ve belli ki o dönemde kendisine çok güveniliyordu.

Bugünse kimsenin kimseye güvenmediği ortada... Karşılıklı suçlamaların ardı arkası kesilmiyor. Davutoğlu'nun ülkeyi yönetmediği, yalnızca durumu idare ettiği söylenirken, AKP içindeki bazı yöneticilerin Erdoğan tarafından toplandığı ve Davutoğlu'nun yollanması için ikna edilmeye çalışıldığı iddia ediliyor. Davutoğlu ekibi de boş durmuyor, gündemdeki isimlerden Binali Yıldırım'ın oğlunun kumar oynarken çekilmiş fotoğraflarının sızdırılmasının ardından, özellikle Karar gazetesinde her gün Saray çevresine dönük eleştiriler yayınlanıyor. AKP'nin sosyal medya ağı ise tam anlamıyla bir savaş meydanına dönmüş durumda.

AKP'nin içinde tek hakimin Erdoğan olduğu hep söylenir. O kararını verdiyse Davutoğlu, aldığı tüm önlemlere, attığı tüm adımlara karşın gider diyenler Erdoğan'ın şu anki gücünü veri alıyor. Şu anki güç dengesi değişmezse, Erdoğan, halihazırdaki başbakanı tasfiye edebilir. Yerine hazırlananlardan birisini, kumarbaz oğlunun görüntülerinden sonra şansı azalan Binali Yıldırım'ı, ya da geleceğin başbakanı olarak gösterilen damat Berat Albayrak'ı veya başka bir ismi koltuğa oturtabilir.

Peki şu anki güç dengesinin değişmeyeceğinin bir garantisi var mı? Erdoğan'la bir mücadeleye girdiği görülen Davutoğlu gidici de, Erdoğan kalıcı mı? Davutoğlu'na direnmesi için dışarıdan ve içeriden cesaret verenlerin başka niyetleri, örneğin Erdoğansız bir AKP için planları olamaz mı? 

Bu soruların hepsinin bir anlamı var. Türkiye'nin varolan yapısıyla devam etmeyeceği artık kesinleşti. Dışarıdan gelen sinyaller uzun zamandır bunu gösteriyordu. Ama artık içeriden gelen işaretler de farklı bir yönü göstermiyor. Türkiye'deki siyasi dengeler değişecek.

Başkanlık ve anayasa tartışmaları, Kürt sorunundaki tıkanma, Suriye krizinin mülteci meselesi, Kilis ve muhtemel silahlı ya da bombalı saldırılar gibi başlıklarla Türkiye siyasetinde ağır ve belirleyici bir dinamik haline gelmesi... İçeriden gelen bu işaretlere her an raydan çıkabilecek bir ekonomik tablo eklendiğinde AKP'nin içindeki tartışmaların ve artan gerilimin bir raslantı olmadığı görülüyor.

Erdoğan ve AKP, bu başlıkların hiçbirinde frene basmıyor izlenimi veriyor. Başkanlık için bastırılıyor, TBMM başkanlığının emanet edildiği şahıs yeni anayasada laiklik maddesinin yer almayacağını söylüyor, Kürt illerindeki savaş tırmandırılıyor, Suriye'de hâlâ olmadık hayallerin peşinde koşuluyor, Kilis'te IŞİD roketlerini protesto eden vatandaşlara polis saldırıyor, mülteci meselesinde Merkel'in dahi koltuğu sallanırken Erdoğan kendisinden emin görünüyor...

Ama bu kadar kendisinden emin görünen Erdoğan ve onun çevresi, bu süreçte Davutoğlu'na dahi güvenmiyor ve tasfiyeye hazırlanıyor.

Sarayın etrafında dönen bu entrika ve komplolar, yaklaşan ve geçmişte yaşanan tasfiye ve operasyonlar, Erdoğan'ın artan güvensizliği, Erdoğan'ın o koltukta rahat oturamadığının habercisi. Ama kısa sayılamayacak bir süredir devam eden bu süreç sarayın koridorlarına sıkışmış, o koridorlardan medet umulan bir siyaset tarzının ülkeyi nereye götürebileceğinin de somut ispatı.

Bu gelişmelere bel bağlayıp, hiçbir şey yapmadan heyecanla AKP'yi takip edenler için kötü haber var. Erdoğan, Albayrak, Gül, Arınç, Davutoğlu gibi isimlerin başrollerde olduğu bu oyunun mutlaka çıktıları olacak, ancak bu çekişmelerden memleketin lehine bir gelişme çıkmayacak.

Oysa, bu gelişmelere ve rahatsızlığa bir krizin ve zayıflığın göstergesi olarak bakıp AKP'ye ve onun temsil ettiği gericiliğe, piyasacılığa ve işbirlikçiliğe karşı harekete geçmek mümkün. Yeni anayasayla Türkiye'nin bir din devleti olarak ilan edilmesine ramak kalmış ve bu açıkça bizzat TBMM Başkanı tarafından ifade ediliyorken AKP'nin iç gelişmelerini dışarıdan durup izlemekte bir gariplik yok mu?

AKP'yi sıkıştıran her bir başlık, onu zayıflatabilecek bir mücadele konusu aslında. Yeter ki bu alanlarda net bir siyasi söylemle örgütlü bir şekilde AKP ile kavga edilsin. Yaklaşan 1 Mayıs bu çerçevede değerlendirilirse, sokağa Erdoğan ve AKP'den hesap sormak için kitlesel bir şekilde çıkılabilirse, Erdoğan ve AKP'ye karşı verilecek mücadelenin yükseltilmesi için iyi bir olanak değil mi? 1 Mayıs'ta sokağın ve alanların etkisini artırmak için atılan her bir adım, memleketin aydınlık geleceği için, AKP'nin içinde yaşanacak gelişmelerin tamamından daha değerli.