Darbenin arkasındaki patronlar kim?

TÜSİAD'ın ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere'de yayınladığı metin kendilerince bir zafer ilanıdır. Patronlar 15 Temmuz sürecine ağırlıklarını koyduklarını bu bildiriyle duyurmaları gereken yere duyurdular. Buradayız mesajını verdiler.

Darbe gecesi yaşananlar önemli elbette, ama daha önemlisi Türkiye sermaye sınıfının darbe öncesi ve sonrasında ne yaptığıdır.

Türkiyeli patronlar darbe girişimini öncesinde engelleyecek en ufak bir girişimde bulunmadılar. Tıpkı ABD'nin liderliğindeki Batı kampının yaptığı gibi... Türkiye'de darbe ve iç savaş senaryoları tartışılırken hiç ses çıkartmamak ve açıkça kazananın yanında olacağını belli etmek teşvikin dik alasıdır. Darbe başarılı olsaydı Türkiye'nin geleneksel sermaye sınıfının üç aşağı beş yukarı aynı içerikte bir mesajı, bu defa usturuplu bir şekilde darbeyi öven sözcüklerle yayınlayacağından kimsenin şüphesi olmasın.

Çünkü bu darbeyi istediler ve şimdi sonuçlarından memnunlar.

Endişeleri yok mu? Elbette var. Erdoğan gibi onlar açısından güvenilmez bir aktörün varlığında tersi mümkün mü? Erdoğan'ın tekrar bir çılgınlık yapmasından, mesela ABD'yle olan hali hazırdaki gerilimin kontrolsüz bir yere gitmesinden tedirginlik duyuyorlardır. Ancak Türkiye kapitalizminin yapısal yönelimlerine ve kendi güçlerine de güveniyorlardır.

Dahası, buna benzer endişeleri hafifletecek başka bir husus var. Türkiye sermaye sınıfı yenisi ve eskisiyle muazzam bir uyumla hareket ediyor. AKP döneminde değişen Türkiye burjuvazisinin iç yapısı artık bir olgunluğa ulaşmış durumda. Yeni yapıyı kabullenen sınıf bu yapıyla hareket etmeyi de öğrendi.

Sermaye sınıfının AKP'li gibi görünen unsurları sınıfın içinde bir gerilim kaynağı değil, tam tersine patronların bir bütün olarak çıkarlarının Erdoğan ve AKP nezdinde temsil edilmesinin bir aracı artık.

Düzen siyasetinde darbe sonrası gözlenen mutabakatın asıl kaynağı da patronlar arasındaki işte bu uzlaşma. Malum uzlaşma da dün gerçekleşmedi. Davutoğlu'nun tasfiye edilip koltuğun piyasadan gelen Binali Yıldırım'a verilmesi Çalık ve Ülker ile Koç ve Sabancı'nın birbirleriyle yakın mesai yürüttüğünün ispatıydı. Rusya ve İsrail hamlelerinde sermaye sınıfının doğrudan müdahalesi ve somut desteği de yine bu uzlaşma sayesinde gerçekleşti.

Bu süreçte bir darbe riskini göze almalarının da makul bir gerekçesi vardı. Darbe başarılı olsa ve Erdoğan gönderilse, Cemaat'in Türkiye'deki ekonomik ağırlığı elbette artardı, ancak bu durumda dahi dengelerle fazla oynanmayacağının garantisi Cemaat'in piyasalara ve başta ABD olmak üzere Batılı merkezlere olan sadakatiydi. Onlar açısından görevini tamamlamış bir Erdoğan'dan kurtulmaktan da kimse şikayet etmezdi.

Şimdi patronlar için, teşvik ettikleri darbe girişiminin kendisinin bir araca dönüştürülüp daha net mesajlar vermenin tam vakti. Türkiye sermayesinin Batıya ve piyasalara bağlılık yemini ederken laiklikten değil farklılıklara saygı ve uzlaşma kültüründen söz etmesi AKP Türkiyesi'nin en özlü ifadesi olsa gerek. AKP Türkiyesi sermaye sınıfının bu şekilde kodlanmış iç mutabakatıyla yoluna devam edecek. Tabii şayet başarabilirlerse...

Çünkü bu uzlaşmanın varlığı somut olarak uzlaşmanın hayata geçmesini sağlamıyor. Mesela, Erdoğan hakkında endişeleri giderecek olguların varlığı Erdoğan'ı tek başına kontrol altına almaya yetmez. Ya da bu uzlaşma Türkiye kapitalizminin siyasi, ideolojik ve iktisadi kriz dinamiklerini çözmeyi garanti etmez. Ancak solun ve işçi sınıfının bir taraf olarak tabloya müdahale edemediği durumda bu uzlaşma Erdoğanlı veya Erdoğansız, krizlerine rağmen, öyle ya da böyle yol alır ve düzenin içinden çözüm üretmeye devam eder. Bu tabloda uzlaşmanın düzenin iç sorunları nedeniyle bozulması dahi bizi kurtarmaz...