Cumhuriyetin Sol Tarihi

Tüm tarih sınıf mücadelelerinin tarihidir. Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihi de bir istisna değil...

Cumhuriyetin tarihi Türkiye'de sınıflar mücadelesinin tarihidir. Tüm bir geçmiş, cumhuriyeti kuran ve bugüne kadar iktidarda kalmayı başarmış sınıfın penceresinden, o sınıfın geçmişi olarak okunamaz.

O tarihte sol ve işçi sınıfı var. Üstelik o tarihte iyi olan ne varsa bunu solun ve işçi sınıfının hanesine yazmak gerekiyor.

Bu topraklarda, sol cumhuriyetin kuruluşundan daha önce kavga etmeye başladı ancak solun bu topraklarda bıraktığı iz esas olarak cumhuriyetin kuruluş süreci ve sonrasına denk düşer. Burjuva cumhuriyetinin kuruluş sürecinin büyük bir alt üst oluşla eş zamanlı gerçekleşmesi, bu kriz günlerinde solun tabloya müdahil olması, kimseyi şaşırtmamalıdır. Sonrasında, modern iki sınıfın, işçi sınıfı ve burjuvazinin, eş zamanlı ve denk bir şekilde olmasa da, gelişip serpildiği yıllar boyunca, bu mücadelenin de bu gelişme ve serpilmeyle bağlantılı olmak üzere sürdüğü görülecektir.

Doğrudur, bu mücadele boyunca terazide işçi sınıfı ve solun ağır bastığı dönemler azdır. Ama tarihin akışının yönü bir terazi ibresinin gösterdiği doğrultuya bakıp anlaşılamaz. O tarih süreksiz bir düzlem boyunca elektronik bir aletin bıraktığı kesikli izlerin toplamı olarak okunamaz. O noktaları birleştirdiğinizde hiçbir yere varamazsınız. Böyle baktığınızda, an'lar boyunca hep kazandığını gördüğünüz burjuvazinin, tarihsel olarak bir gün nasıl olup da kaybedeceğini anlayamazsınız.

Tarih o anların ötesindedir. Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihini o noktalar vesilesiyle incelediğinizde solun izini görmekte güçlük çekersiniz. Ancak cumhuriyetin tarihinin bütününe baktığınızda o tarihin solun da tarihi olduğunu idrak edersiniz. O tarih bir kavganın eseridir. Burjuvazi kesintisiz sürdürdüğü iktidarı boyunca bu topraklarda her istediğini, tam da istediği şekilde hayata geçirememiştir. Bunu iddia etmek solun kendisine yapabileceği en büyük haksızlıktır.

Bu memleketi biraz da bu memleketin inşasında kendi payımız olduğu için sevmek zorundayız. Hem bunu yaparken hiç utanmamıza gerek yok. Çünkü bu cumhuriyetin elinde iyiden, güzelden ve doğrudan yana kalanların telif hakkı halen soldadır.

Aklımıza yalnızca kültürel ve sanatsal birikimimiz gelmesin. O işin en kolay yanı belki de... Çünkü cumhuriyet tarihi boyunca biriktirilen mütevazi kültürel ve sanatsal mirasın neredeyse tamamı inkar edilemez biçimde sol damgalıdır. Üstelik o birikimin evrensel uçlar veren zirvelerinde Nazım Hikmet gibi büyük komünistlerin imzası vardır.

Evet, bu işin ilk anda görülen tarafı... Peki ama örneğin bağımsızlık söz konusu olduğunda durum çok mu farklı?

Kimse bu ülkenin geçmişte bağımsız bir cumhuriyet olduğunu iddia edemez. Ama bağımsızlık bağlamında işlerin her gün daha kötüye gittiğini kim reddebilir ki? Ancak Türkiye'nin geçmişinde bu ülkeyi daha büyük çılgınlıklardan koruyan uluslararası dengeler ve sermaye sınıfının iç dinamikleri kadar bizzat solun ve işçi sınıfının varlığıdır. Solun 1960'larla birlikte yükselttiği bağımsızlık mücadelesi, hiçbir şey yapmasa dahi, bu ülkenin muhtemel felaketlerin birkaçını savuşturmasına yol açmıştır. Solun söylediklerinin, yürüttüğü mücadelenin yalnızca solun doğrudan etki alanı içerisinde sonuçları olduğu kesinlikle düşünülmemelidir.

Keza, Türkiye'nin solun yokluğunda bu kadarcık bile laik olamayacağı bilinmelidir. Solun laikliğin Türkiye yolculuğunda etkisi muazzamdır.
Bugüne kadar, Türkler ve Kürtler, her şeye rağmen sokaklarda birbirlerini boğazlamamışlarsa, bu biraz da işçi sınıfının bir sınıf olarak ortaya çıkması, solun ideolojik ve siyasi çabası sayesindedir.

Devletin sosyal özellikleri Türkiye'de yalnızca sermaye sınıfının ulusal ve uluslararası ölçekteki tercihleri nedeniyle gelişmemiştir. O tercihlerin somut şekiller almasında solun ve işçi sınıfının müdahaleleri doğrudan etkili olmuştur.

Listeyi uzatabiliriz ve hatta uzatmak, tüm bu başlıklar ve daha fazlası hakkında çokça tartışmak ve üretmek zorundayız.

Türkiye Cumhuriyeti bir felakete doğru götürülürken, işe solla başlanması işte bu yüzden bir raslantı değildir. Tam tersine son derece bilinçli bir iş yapılmıştır.

Bu ülkenin tarihinden solu silmeden, o tarihte iyiden, güzelden ve doğrudan yana olanları silemezsiniz.

Bu ülke daha bağımlı yapılacaksa, laiklik toptan bir anıya dönüştürülecekse, bir iç savaş tehdidi halkların üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallandırılacaksa, sermaye sınıfı kapitalizmin ilkel birikim dönemlerini andıran çalışma ve yaşam koşullarını işçilere dayatacaksa, solun bugün siyaset sahnesinden silinmesi yeterli olmaz, solun bu ülkenin tarihinde bıraktığı tüm izlerin silinmesi zorunludur.

O tarih sınıflar mücadelesinin tarihidir, cumhuriyetin sol tarihi bizim tarihimizdir. O izler silindiğinde bu ülkeye tutunmamızın ne kadar zorlaşacağı açıktır. Cumhuriyet için yürütülen operasyon soldan bağımsız olamaz.

Ergenekon iddianamesiyle solun tüm tarihini paçavraya çevirmeye ve solun bu ülkede oynadığı rolü basit bir komplo teorisinin figüranlığına indirgemeye çalışanların niyetleri o komplo teorisi gibi basit değildir.

Sınıflar tarihi yaparken mücadele ettikleri gibi, o tarihi yazarken de mücadele ederler.

Bugün süren kavga aynı zamanda bir tarih yazımı kavgasıdır. Bırakalım o tarihi korumayı ve savunma pozisyonu almayı, o tarihi soldan yana yeniden yazmanın, solu cumhuriyetin tarihinde hak ettiği yere oturtmanın tam zamanıdır.

İyi, doğru, güzel bizim, kötü, yanlış, çirkin onlarındır.