Böyle ülkeye böyle başkan: Recep Tayyip Erdoğan

Yakın zamanda sorunlar yaşadığınız iki ülkeyle, gündemdeki en önemli konuyu tartışmak üzere bir zirve gerçekleştirmek için yola çıkmak üzere olan bir dışişleri bakanısınız. Aldığınız haber şu; bakanlık yaptığınız devletin maaşlı elemanı olan bir polis, gideceğiniz ülkenin büyükelçisini başkentin ortasında vurup öldürüyor. Toplantı yine de gerçekleşiyor, ama diğer devletlerin toplantının güvenliğini sağlamak için salonda bulunan görevlileri, güvenliğe en büyük tehdit olarak sizin yanınızda getirdiğiniz polisleri gördüklerini hiç saklamıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanı'nın Moskova yolunda ve Moskova'da düştüğü hal bu...

Bu hale düşen bir kişi olarak Çavuşoğlu değil. Bir ülke olarak Türkiye Cumhuriyeti bu halde aslında.

Bundan sonra yabancı konuklarını, diplomatları ve hatta iş için ülkeye gelecek insanları polisleriyle nasıl koruyacağı büyük bir muamma olan bir ülkeden söz ediyoruz.

Son bir yıl içinde yaşanan bombalı saldırılarda, Şam'da kaybedilenden daha fazla insanı en büyük metropolünde, İstanbul'da kaybeden bir ülke...

Neredeyse bir hafta içinde iki büyük bombalı saldırı ve dünyayı sarsacak bir suikast görmüş bir ülke...

Daha kötüsü, bakanlardan, başkentin belediye başkanına kadar çok sayıda siyasetçi ve yöneticinin saldırı altında olduğunu söylediği, bu tür eylemlerin devam edeceğini beklediği bir ülke...

Bu ülkeyi yönetenler sürecek dedikten sonra sürmese ne fark eder... Türkiye'yi yöneten insanların memleketin geleceğine bakışları böyle. Kan denizinin ortasında kalmış, ne yapacağını bilmeyen bir halde sürüklenen ülkeyi hiç değiştirmeden yönetmeye, bu halin sürdürülmesine talip oluyorlar. Yaklaşımları, beklentileri, vizyonları bu işte.

Dışarıdan aldıkları destekle, Batının yürü demesiyle, liberallerle el ele yıktıkları bir cumhuriyetin yerine başka bir cumhuriyet kuracaklardı. Yapamadılar. Yapamayınca ülke herkesin oynayabileceği bir oyuncağa, ciddi devletlerin güçlerini denediği bir tahtaya döndü. Bu sürecin hiç şakası yoktu ve böylesi bir ortamda kaçınılmaz olarak insanlar öldü.

Rus büyükelçinin vurulmasının ardından dünya basınında yazılan yorumlara bile bakmanız yeterli. Analiz yapmıyorlar aslında. Beklentilerini, Türkiye'nin ittirilmesi gerektiğini düşündükleri yerleri, bu güzel ülkenin sokulacağı karanlık koridorları tarif ediyorlar. Elde kalem, bizim için düşünülen cehennemi tarif ediyorlar.

AKP iktidarının ve destekçilerinin her fırsatta ifade ettiği gibi bu ülke üzerine oyunlar oynanıyor. Türkiye'nin üzerine dünyada senaryo yazmayan aktörün kalmadığı bir zamanda, ülkenin bu hale sokulmasındaki en büyük sorumlunun kendileri olduğunu ise unutturmaya çalışıyorlar. Bu ülkeyi kendi istediği kalıba sokamayan ama zorlamaktan da bir türlü vazgeçmeyen bir İslamcı iktidarın yarattığı boşluk, bu tablonun müsebbibi ekip her koşulda iktidara tutunmaya çalıştıkça daha da büyüyor ve neredeyse her isteyen bu boşlukta at koşturuyor. Sonra bu iktidarın sahipleri utanmadan bu oyunlardan şikayet ediyor.

Bir cumhuriyet yıkıldı ve İslamcılığın yenisini kurmak konusunda hiç şansı kalmadı. Ama bu şansın ortadan kalkması Türkiye'nin durumunu iyileştirmiyor. Tam tersine, İslamcılığın olmayacak hayalleriyle dünyanın ve ülkenin gerçekleri arasına sıkışmış bir ülke sözcüğün tam anlamıyla can çekişiyor.

İslami ama AKP ve Erdoğan'ın hayal ettiği kadar İslami olmayan, piyasanın kurallarıyla yönetilen ancak AKP ve Erdoğan'ın istediği mekanizmalarla işlemeyen, işbirlikçi ve dış güçlere tabi lakin AKP ve Erdoğan'ın düşlediği yere oturmayan bir ülke burası. Türkiye ne geri dönebilir, ne de tam olarak Erdoğangillerin ülkesi haline gelebilir...

Erdoğan'ın gücü de çaresizliği de tam olarak bununla ilgili işte.

Erdoğan ve ekibi bu sıkışmışlığı yönetmeye talipler ve aslında bu sıkışmışlıktan güç alıyorlar. Erdoğan, başka bir ülkenin değil, elçinin cinayete kurban gittiği, art arda bombaların patladığı, toplumsal yaşantının bir tür cinnet ortamına döndüğü bir ülkenin başkanı olmaya niyetli. Erdoğan, olanlardan memnun olduğu için değil, bu ülkeyi hayal ettiği gibi bir yere çeviremeyeceği için buna mecbur.

Mecburiyeti çaresizliğe dönüştürmek ise mecbur kalan aktöre değil, mecburiyeti yaratan koşullara odaklanarak mümkün. Bugün yalnızca Erdoğan'a odaklanan bir stratejinin, bu koşulları dönüştürme şansı olmadığı gibi Erdoğan'ı zayıflatma şansı da yok. Erdoğan ve ekibinin yarattığı dertlerin Erdoğanların boyunu aşmasını bir çaresizliğe dönüştürecek tek yol Erdoğan'ın yarım bırakmak zorunda kaldığı işe, bu ülkenin islamcı, piyasacı, işbirlikçi karakterine yoğunlaşmak. Hem de ne kadar az, ne kadar çok olduklarına hiç bakmaksızın... Erdoğan'ın yarım kalan hayalleri bu ülkenin aydınlık geleceği için bir fırsat olacaksa, işte böyle olacak.