Borçlarımızdan kurtulmak mümkün

Türkiye'de büyük bir borç sorunu var. Borç denince emekçinin aklına kendi borcunun gelmesi gayet doğal. Çünkü halk boğazına kadar borca batmış durumda. Rakamlar kredi veya kart borcu nedeniyle takibe düşenlerin sayısının milyonlarla ölçüldüğünü gösteriyor.

Bir ailenin ortalama borç miktarı AKP iktidarı boyunca tam 50 kat artmışken herkesin ilk kendi kişisel borcunu düşünmesi normal olsa da, ne yazık ki bu düzende borcumuz ekstrelerde, banka mektuplarında görülen rakamlardan ibaret değil.

Çünkü bu dış borç diye adlandırılan borcun önemli bir bölümü her durumda kamunun üzerine yıkılıyor.

Şu anda Türkiye'nin yaklaşık 500 milyar dolar dışarıya borcu var. Türkiye'nin toplam geliri düşünüldüğünde gerçekten yüksek bir rakamdan söz ediyoruz. Üstelik, dolar arttıkça yükselen bir borç bu.

Bu borcun çok önemli bir kesimi ise reel sektör olarak adlandırılan patronlara ait. Ne yapmış patronlar? Yatırım yapma niyetiyle, kendilerince düşük gördükleri faizle döviz cinsinden bolca para toplamışlar. Buraya kadar sorun yok gibi görünüyor. Bu düzende yatırım yapmak için paraya ihtiyaç duyuluyor ve bizim patronlar da bu parayı ucuz gördükleri yerden bulmuşlar. Bu para 300 milyar doların üzerinde. Ama peki sonra ne olmuş? Bu girişimci hanımefendi ve beyefendiler, bu faaliyetlerinin ardından yine yaklaşık toplam 100 milyar dolarlık bir döviz varlığı elde etmişler. Aradaki 200 milyar dolara ne olmuş? Buhar olmuş ve sonuçta borç olarak bu şirketlerin hanesine yazılmış.

Peki bu para nasıl buhar olmuş? İki nedeni var. Birincisi, bu düzende demek ki hep iddia edildiği gibi yatırımlar öyle akıllıca yapılmıyormuş. Özel sektör de har vurup harman savuruyormuş. İkinci nedense, patronların kişisel servetleriyle, şirketlerin varlıkları arasındaki ayrımla ilgili.

Bu ayrım özel mülkiyete dayanan işleyişin en önemli detaylarından birisi olmasına rağmen hep görmezden gelinen bir nokta ve borç konusunda hayati önem taşıyor. Çünkü patronlarımız şirket adına borçlanıp sonra çeşitli bilanço oyunlarıyla şirket varlıklarını cebe atmayı çok seviyor. Bunun yalnızca Türkiye'de yapıldığını sanmayın, dünyanın her yerinde çark böyle dönüyor. Şirketin borcu aldığı ilk dönemde iyi görünen rakamları kullanılarak yıl sonunda bolca kâr payı dağıtınca patron aslında dışarıdan aldığı borcu kendi hesabına transfer ediyor.

Neden böyle rahat davranıyor? Çünkü şirketin üzerinde kalan borcun bir gün kamunun borcu haline geleceğini iyi biliyor. Borç şirketin ama servet kişinin olunca bu tür cambazlıklar kolay oluyor.

Bu düzenin sağlama alınması ve patronların rahat etmesi için AKP de elinden geleni yapıyor elbette. Örneğin özel sektörün borçlarına hazine garantisi veriyor ya da borcun çevrilmesinde bir sıkıntı oluştuğu zamanlarda kamu bankaları devreye sokuluyor ve patronlara bu bankalardan yüksek miktarda kaynak aktarılıyor.

Peki patronlar artan kurdan sonra bu borçları çeviremez hale geldiğinde ne oluyor? Şu anda başlangıcını izlediğimiz bir süreçte bu borç önce bankalara, bankalar iyice sıkıştığında da hazineye kalıyor.

Neden? Çok basit bir sebeple... Çünkü bu iktisadi düzen bir şekilde işlemek zorunda.

Bu durumda hazine de, örneğin bakan Albayrak'ın deyişiyle vergiyi tabana yayarak, yani bizden aldığı vergileri artırarak, yine örneğin çeşitli kemer sıkma adımlarıyla, mesela eğitim ve sağlık harcamalarını azaltarak, ya da ücret kesintileriyle veya bizden kesilenlerle biriktirilen fonlara el koyarak bu borcu ödüyor.

Devreye yurtdışından çeşitli kurumlar da girebiliyor. Ama tüm bu akışta önemli iki nokta hiç değişmiyor.

Birincisi, her durumda aslında borcun ödenmesi yani uluslararası sermayenin alacağı garanti altına alınıyor. Bir diğer deyişle, alacaklı mutlaka kurtarılıyor. İkincisi, yine her durumda borcu alan, kullanan, cebine atan her kimse parayı o ödemiyor.

Patronlar için bundan daha şahane bir düzen kurulabilir mi? Bu düzen sayesinde hem borcu veren yabancı patron kurtuluyor, hem de borcu alıp yiyen yerli para babasının hiçbir kaybı olmuyor.

Bu koşullarda bir borç krizinden konuşup bu borcun nasıl ödeneceği hakkında senaryolar yazmaktan daha büyük bir ahmaklık olabilir mi? Türkiye adım adım bir borç krizine doğru ilerliyor tamam da, alınan paralardan hiçbir fayda sağlamamış bir halkın bu borcu nasıl üstleneceğini konuşmak en hafif deyimle alçaklık değil mi?

Bu borç neden hazineye kalıyordu? Çünkü bu düzen işlemek zorundaydı.

Hazineye kalan borç bizim borcumuz haline geldiğine göre bu düzenin işlemesi için borcun halk tarafından üstlenilmesi gerekiyor. Demek ki, düzen ancak halk bu borca sahip çıktığında, borcu üstlendiğinde yürüyor. 

Ama o zaman çözüm basit değil mi? Bunca krizli, felaket senaryolu laf kalabalığının ortasında çözüm açıkça görünmüyor mu?

Kendimizin olmayan, en ufak bir yararını görmediğimiz bir borcu üstlenmeyi ve ödemeyi reddettiğimizde iki sorunu aynı anda çözüyoruz. Hem borçtan kurtuluyoruz, hem de bu düzenin işleyişine büyük bir darbe vurarak kurtuluş kapısını aralıyoruz. Peki o zaman neden duruyoruz?