Bir tür milli mutabakat hükümetine doğru mu...

Seçimden sonra herkesin gördüğü tablo şu; ülkenin büyük şehirleri muhalefetin elinde ama AKP hem ülke sathında oy oranını koruyor hem de küçümsenemeyecek kadar çok yerde yerel yönetimleri elinde tutuyor.

Muhalefetse sıradan şehirleri almadığının altını çizmekte son derece haklı. Ancak bu sonuçlar ve muhalefetin başarısı, Türkiye siyasetinin yönetim yapısında bir değişime de işaret ediyor. Türkiye'nin en büyük şehirlerinin belediyelerini yönetecek olmanın hem ekonomik hem de toplumsal açıdan küçümsenir bir tarafı olamaz. Evet, merkezde AKP tek başına iktidarda ama bu sonuçlarla açık ki CHP ve müttefikleri bir şekilde ülke yönetiminin parçası haline geldi.

Erdoğan bundan sonra bu ülkenin en yetkili siyasetçisi olmasının yanısıra aynı zamanda bir muhalefet lideri... Tıpkı 31 Mart seçimlerinden sonra Kılıçdaroğlu ve ortaklarının yalnızca muhalefette yer almayıp iktidarın bir parçası olmaları gibi...

Üstelik karşılıklı verilen mesajlar da hem çekişme hem de uzlaşma bağlamında bu görev paylaşımına işaret ediyor.

Erdoğan'ın nasıl yöneteceklerini göreceğiz ifadesi, ekonomik görevlerin aciliyetine dair yaptığı vurguyla beraber okunmalı. AKP lideri, merkezi iktidarı elinde tutan parti olarak ülkenin büyükşehirlerini yönetecek muhalefetin işini zorlaştıracaklarını söylemiyor yalnızca. Bunu yapacaklar ve yerelde muhalefette olmanın avantajından yararlanarak bu zorluklardan oy devşirmeye çalışacaklar elbette. Ama daha fazlası da var. Ülkenin içinde bulunduğu zor koşullarda siyasetin farklı unsurlarıyla da bir sorumluluğu paylaşacaklar.

Yerel yönetimleri devralanlar da farklı bir noktada değiller. Evet tabii ki AKP'ye vurdukları büyük darbeden, toplumda oluşan heyecandan faydalanmaya çalışacaklar. Ancak CHP yönetiminin, seçilen başkanların ve muhalefetin ortakları ısrarla başka bir mesajı daha veriyorlar. Türkiye'nin ekonomik sorunlarını çözmek konusunda yardımcı olacaklarını, bu konuda sorumluluğu paylaşmaktan kaçmayacaklarını belirtiyorlar.

Bir tür görev bölüşümü bu ve iktidarın bir parçası olmanın hakkını veriyorlar demek hiç yanlış olmaz. Fakat ortaya çıkan bu mutabakat halkın geniş kesimlerini mutlu edecek bir gelişme değil ne yazık ki...

Erdoğan söylemsel olarak farklı bir çizgi izlese de seçimlerden hemen önce piyasanın ve yerli ve uluslararası sermaye çevrelerinin isteklerine karşılık vereceklerinin somut işaretlerini vermeye başlamıştı. 31 Mart gecesi de paylaştığı ilk mesajda piyasaya bağlılığını hatırlatıyordu.

Böylesi gerilimli bir ortamda çekişmeli geçen bir seçimden sonra ortadaki gerilimi doğal karşılamak lazım ve üstelik bu gerilim fazla da yükselmedi. Ama bu gerilimle paralel ve aslında bu gerilime ağır basacak şekilde muhalefet de aslında Erdoğan'la aynı mesajı veriyor ve bir mutabakatın parçası olmak için istekli davranıyor.

Türkiye'nin artık herkesin kabul ettiği ekonomik sorunlarının aslında bir çözümü yok, çünkü bunlar yapısal ve düzenin kendi işleyişinden kaynaklanan sorunlar. Dolayısıyla Türkiye'yi yönetenler açısından bugünkü mesele bu sorunların maliyetini kimlere nasıl ödetileceği sorularına yanıt bulmak. Piyasa çevreleri ve patronlar tüm güçleriyle bu faturayı halkın sırtına yıkmak için çalışıyor ve dahası bu durumun kalıcı hale gelmesi için de yüzsüzce uğraşıyorlar.

Böylesine ağır bir faturayı geniş emekçi kesimlere ödetmek esasında o kadar da kolay değil. İnsanların daha da yoksullaşacağı, daha fazla insanın işini kaybedeceği, çalışma koşullarının ağırlaşacağı, hayatın bir bütün olarak zorlaşacağı bir dönemde, insanları bu düzen içinde tutmak için düzenin devamından yana olan tüm siyasetçilerin sorumluluk alması gerekiyor.

AKP halkın aleyhine atılan adımları hızlandırmaya hazırlanırken muhalefetin elindeki büyükşehir belediyeleri doğrudan AKP'ye destek vermeseler bile düzenin işleyişi ve toplumsal tepkinin kontrol ve yönlendirilmesi için kullanılabilecek araçlar.

AKP'nin elindeki belediyeleri kaybetmesinden, siyaseten gerilemesinden kimse mutsuz olmaz. Ancak ortaya çıkan tablo ve görev paylaşımının, derin bir krizin içinde debelenen Türkiye'de ortak çıkarlar doğrultusunda çalışan bir tür geniş tabanlı yönetici erk gibi davrandığı sürece hem yerli hem de yabancı sermaye çevreleri için işlevli olabileceğini görmek gerekiyor.

Ama Türkiye'de kriz öylesine derin ki, krize deva olsun diye üretilen her senaryonun başka bir kriz yaratması muhtemel...

Dahası Türkiye'deki siyasi tablo bunlardan ibaret de değil. Bu ülke ölçeğinde mütevazi adımlarla olsa da güçlenmeye devam eden, krize emekçiler adına müdahale edecek bir güç de mevcut. Umut var ve üstelik eskisinden daha fazla.