AKP koalisyonunun sonu

Gülen Cemaati’ne karşı yürütülen operasyon AKP koalisyonunun bittiğini gösteriyor. AKP, herkesin bildiği ama nedense pek dillendirmediği gibi yalnızca İslamcı akımları değil Türk sağının pek çok eğilimini bir araya getiren geniş bir koalisyon. Bu geniş ittifakın merkezinde ise hiç şüphesiz Erdoğan’ın kendisi var.

Bu koalisyondan Cemaat öncesinde de kopmalar olmuştu. Ancak Cemaat’in AKP’den kopuşu ve çok geçmeden Erdoğan’ın Gülen taraftarlarına karşı harekete geçişi AKP ve Erdoğan için bir miladı işaretliyor.

Yaşanan krizin ve çekişmenin, daha önceki ayrılıklardan farklı oluşu yalnızca Cemaat’in önceki grup veya kişilere göre çok daha güçlü olmasıyla açıklanamaz. Erdoğan’ın da bu yol ayrımını bilinçli tercih ettiği görülüyor.

Gülen taraftarlarına karşı girişilen operasyon, AKP’nin içinde kalan her unsura bir gözdağı niteliği taşıyor; Erdoğan’dan ayrılan, ona karşı çıkan herkesin sonu aynı olacak denmek isteniyor.

Erdoğan elbette Gülen Cemaati’ni somut olarak hedef alıyor. Çünkü bu cemaatin hâlâ elinde medyadan yargıya, sermaye çevrelerinden uluslararası ilişkilere kadar pek çok alanda ciddi olanaklar var. Bu olanaklardan kaynaklı gücün Erdoğan’ı rahatsız ettiği de gayet açık.

Bu operasyonla verilen mesaj öncelikle Türkiye sağına ve AKP’nin içine gitse de, mesajın içeriği tüm Türkiye’yi ilgilendiriyor.

Erdoğan’ın çizdiği çerçevenin dışına çıkan her aktörü ezmeyi hedefleyecek bir yaklaşımın pek çok açmazı olduğu ortada.

Erdoğan’ın etrafına toplanmış gerici haydut sürüsünün iç içe geçmiş iki temel derdi olduğunu biliyoruz. Türkiye olabildiğince dinselleştirilecek ve kapitalist pazara ve emperyalist dünyaya uyumluluk anlamında modern niteliğini koruyan İslami bir prensliğe dönüştürülecek. Cumhuriyetten kalma devlet alışkanlıklarının terk edildiği bu düzende yağma, hırsızlık ve barbarlık son hız devam edecek.

Bu stratejinin etrafında kümelenen Türkiye sağının farklı fraksiyonlarına ülkede yaşanan dönüşümün onlara da bir bedel ödeteceği hatırlatılıyor şimdi. İslamcı bir diktatörün hükümranlığında toplumsal yaşantının, kamusal alanların tam boy dinselleştirilmesi bu gerici güruhu mutlu ediyor olabilir. Ama Türkiye’de yaşanan gericileşme, modern bir halifenin tek başına ülkeyi yönetecek düzenlemeleri yapmasından bağımsız değil ve kimsenin, Türkiye bir İslam ülkesi olsun, ama bu süreçte Erdoğan halife ve sultan sıfatlarını taşımasın deme şansı yok.

Gericileşme ile yağma ve hırsızlık düzenini birbirinden ayıramazsınız. Erdoğan’ın sıfatlarını sorgusuz sualsiz kabul etmek demek, Erdoğan’ın merkezinde durduğu yolsuzluk, yağma ve hırsızlıkla yürüyen saadet zincirinin kısalabileceğini ve Erdoğan ailesi ve yakın çevresinden ibaret kalabileceğini kabul etmek anlamına da gelir. Henüz böyle bir işaret yok belki. Ama bu gerçekleştiğinde buna da kimse itiraz edemeyecek. Mesaj bunu söylüyor… AKP koalisyonuna bunca emeği geçmiş Gülen Cemaati’ni harcayanlar başkalarını niye harcamasınlar ki…

Erdoğan’ın tek adam olmadığı koşullarda Türkiye’nin bu hızla ve bu yönde değiştirilmesi mümkün değil. Erdoğan’ın saltanatı bu dönüşüm için zorunlu… Tıpkı saltanatın korunması için bu operasyonların zorunlu olması gibi.

AKP koalisyonu dağılıyor. Yükü artan, bu dönüşümün tek ve zorunlu aktörü haline gelen Erdoğan, koalisyonu dağıtırken kalanlara mesaj veriyor.

Erdoğan duramaz ve dolayısıyla devam edecek. Devam ettikçe de yalnızlaşacak. Siyasette yalnızlaşma doğrudan toplumsal desteğin kaybı anlamına gelmez ve kitle desteğinin kaybıyla eşitlenemez, yapayalnız diktatörlerin büyük kitleleri peşinden sürükleyebildiği tarihte çok görüldü.

Ama diktatörlerin bir anda gitmesinin nedenlerinden birisi de yine aynı yalnızlıktır. Siyasi yalnızlığın bedeli büyük krizlerde ödenir. Siyasi olarak yalnızlaşan aktörlerin kriz esnasında kitle desteğini kaybetmesi sözcüğün gerçek anlamıyla an meselesidir.

Erdoğan’ın AKP’si kendi yarattığı bu düzen içinde yalnızlaşıyor, kendi sonunu hazırlayacak dinamikleri yaratıyor olabilir. Ancak söz konusu olan Erdoğan’ın gideceği krizse, bunu Erdoğan’ın kendisinin yaratmayacağı bilinmelidir. İşte bu krizde söz sahibi olmayan, merkezi bir rol üstlenemeyen ve bu krize dair fal açmakla yetinen sol, yalnızca Erdoğan’ın mağlubiyetini izlemekle kalmaz, kendi yenilgisinin de tanığı olur.