Afrin'in zeytinleri ve Türkiye'nin geleceği

Tarım ve Orman Bakanı Pakdemirli birkaç gün önce yaptığı açıklamayla Afrin'den Türkiye'ye zeytin ve zeytin ürünleri getirildiğini doğruladı. Bu ürünlerin miktarı veya Türkiye'deki zeytin piyasasını nasıl etkilediği veya Pakdemirli'nin bu ürünleri PKK'nın eline geçmemesi için getirdiklerini söylemesi ayrı ayrı tartışılabilir. Ama AKP'li bakanın yaptığı açıklamayla doğruladığı başka bir husus daha var. Türkiye bölgede yalnızca askeri bir faaliyet yürütmüyor. Türkiye bölgede iktisadi bir çalışma da yapıyor.

Afrin'deki olayın ekonomik hacmi gerçekten küçük olabilir. Ama bunun bir önemi yok. Önemli olan bu tip çalışmaların varlığı ve Afrin'in tek örnek olmaması...

Türkiye kapitalizmi bu açılımlara muhtaç ve bu arayışlarını bir süredir devam ettiriyor. Neden peki? 

Çok temel bir sebeple aslında... Sermaye büyümek zorunda. Bu bir eğilim değil bir zorunluluk ve sermaye yalnızca kârla büyüyebiliyor. Ama kapitalizmin bu büyüme zorunluluğuna eşlik eden başka bir eğilim var ve bu işleri sermaye için zorlaştırıyor. 

Kâr oranlarındaki düşme eğilimi ile baş etmek için sermaye hem kârın temel kaynağı olan emekçileri daha fazla sömürmeye uğraşıyor hem de gücünün yettiği koşullarda daha fazla kâr edeceği yerlere açılıyor. Sınırları dışında yatırım yapıyor, ortaklıklar kuruyor, malını satmak için pazarlar yaratıyor... Bu arayışın elbette siyasi, askeri ve kültürel faaliyetlerle eşzamanlı ve koordine bir şekilde sürmesi gerekiyor. Dolayısıyla her bir alanda belirli bir güç de bu faaliyet için şart.

Türkiye sermaye sınıfının benzer arayışlarının tarihini 90'ların başına kadar uzatmak mümkün. Ama bunun patronlar için adlı adınca bir projeye dönüşmesi 2000'li yıllarda oldu. Türkiye'de sermaye çevreleri '90'larda yaşadığı uzun ve derin krizi aşmak için AKP'den yana tercihlerini kullanırken aslında birbiriyle bağlantılı üç ayrı işi aynı anda yapmayı deniyorlardı.

Birincisi, piyasanın kurallarına sıkı sıkıya bağlı kalınacaktı. İkincisi, dinci gericilikle işçiler gerici bir karanlıkta daha fazla sömürülecek ve cumhuriyet değerleri tasfiye edilecekti. Sermaye açısından daha içine kapanık bir model olan 1923'ün dağıtılması yeni dönemin dışa dönük eğilimleriyle de uyumluydu. Üçüncüsü, tüm bunların yanında yaratılacak yeni ülke emperyalist sistem içinde başka bir yer talep edecekti. Bu eskisinden farklı, Türkiye açısından daha talepkar bir işbirliği modeliydi.

Bu arayışa bir hikaye gerekiyordu ve Yeni Osmanlı hikayesi işte böyle yaratıldı. AKP, Osmanlı hayalleriyle bir coğrafyaya dalmadı. Tam tersine, Türkiye sermayesinin ve onun temsilcisi olarak AKP'nin başka bir coğrafyaya açılma eğilimi Osmanlı hayallerini yarattı.

Şimdi bu projenin duvara çarpmış olması, Türkiyeli patronların tercihlerini değiştirmiyor. Türkiye'de sermayenin hâlâ yapısal olarak bu tür bir açılıma ihtiyacı var. Üstelik, AKP'nin başarısızlıklarına ve bölgede tüm olan bitene karşın Türkiye kapitalizmi bölgede bir güç olarak varlığını sürdürüyor. Türkiye'nin emperyalist sistem içindeki bağımlılığı, gelişkin sermaye sınıfı, askeri, siyasi ve kültürel faaliyetleriyle bölgede gözden çıkarılamayacak bir ülke olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bu bağlamda, örneğin ABD ile Türkiye ilişkilerine yalnızca Türkiye'nin ihtiyaçları açısından bakmak da bir noktadan sonra insanları yanıltıyor.

Türkiye yalnızca askeri gücüyle değil sermayesiyle de uluslararası sistem için önemli bir ülke. Üstelik askeri güç ile sermaye arasında da bir bağ var ve Türkiye sermayesiyle yapamadığını askeriyle, askeriyle yapamadığını sermayesiyle yapmayı deneyecek gelişkinlikte.

Bugün Türkiye sermayesi yeniden birikim sorunlarıyla uğraşırken, bu tür yapısal sorunları gözden kaçırmamak lazım.

Türkiye kapitalizminin yeniden içe kapanma şansı bulunmuyor. 1923 Cumhuriyeti bu açıdan da yeniden inşası mümkün olmayan bir proje. Türkiye'de patronlar bir daha dönüp 1923'e bakmayacaklar bile.

Türkiye'de siyasi iktidar da bu arayışla uyumlu olarak yapılandırılmak zorunda. Örneğin sosyal demokrasi gerçekten bir iktidar alternatifi haline gelecekse patronların dışa dönük ihtiyacını karşılamadan bunu yapması imkansız.

Bugün, 2000'li yıllarda AKP iktidarını hazırlayan ihtiyaçlar sermaye sınıfı için hâlâ en temel biçimiyle varlığını sürdürüyor ve AKP halen bunları karşılayacak en uygun aday. Üstelik yaşanan değişimlere de uyum sağlamayı başaran bir parti bu. Tabii ki şimdilik...

Bu şimdilik böyle çünkü Türkiye patronların tüm çabasına karşın kırılgan bir ülke ve krizden çıkmak için atılan her adım daha derin başka bir krizin altyapısını oluşturuyor. Bu nedenle Türkiye'nin dışa dönük arayışlarının, emperyalist sistem içindeki talepkarlığının başka krizlerin nedeni olacağından hiç şüphe duyulmamalı...