Mikrofonun ucunda, şekerin başında örgütlenmek

Örgütlenme gereğiyle ilgili pek çok güzel yazı okudum. Direnişin sonradan ballandıra ballandıra anlatılacak bir renkli karnaval anısı gibi kalmasını isteyen düş kısırı yazıları, sosyal medya yorumlarını da… Halkın bu denli güçle ayağa kalkması, korkusunu yenip korku salması, çoktandır hissedilmemiş nice güzel duyguyu kanında dört nala dolaştırması, bunları yaşayanları en azından kişisel ölçekte dönüştürecek elbette. Ancak ağız birliğiyle haykırılan “hükümet istifa” sözlerinin siyaset ahlakına sahip olmayanlara çarpıp geri dönmesi karşısında insanların kanlarında koşan atları dizginleyebileceklerini sanmıyorum. Bu duygularla insanlar sık sık ufka bakıyor, geleceği düşlüyor olmalı. Oğul, yeğen, torun… İnsanların yakınları için bile geleceği düşünmeleri ne çok düş yapar. Okuduklarıma göre pek çok kişi komşusunu, tanımadığı insanları ve onların yaşamını da bolca düşünüyor bugünlerde. Kapkara bir örgütlenmenin, bir yalanlar yumağının karşısına bu denli muhteşem bir güçle, dayanışma ruhuyla çıkan halkın örgütlenmeden korkacağını, örgütlenmeden güneşli bir geleceğin kurulabileceğine inanacağını düşünmekte zorlanıyorum. Belki yolun başında oluşumuz tasalandırabilir bizi ancak bu da zaten güçbirliği yapmamız için bir neden değil mi?

Yapacak çok iş olduğu kesin. Her alanda örgütlenmenin önemine değinilen bugünlerde biraz da bu nedenle grup çalışmasıyla ilgili bir şeyler karalamak istiyorum. Direnişi hangi cephede sürdürürsek sürdürelim yalnızca açıkca düşman bellediklerimize karşı değil, grup çalışmalarında sıklıkla hortlayan insan doğasının dikenli yanlarına karşı da uyanık olmamız gerekiyor. Her çalışmada verim düşüren, potansiyele ulaşılmasını engelleyen bu tatsızlıkları böyle bir dönemde hele, yaşama lüksümüz var mı?

Takım çalışmasını vücudun işleyişine benzetiyorum. Beyniniz tüm gücüyle çalışıyor olsa bile ciğerleriniz iflas ederse ölürsünüz. Diğer yandan bütün organlarınız sağlam olsa bile beyniniz çalışmıyorsa yine ölürsünüz. Bugünlerde benzerliklerimizi daha çok hatırlamamız ne iyi şey ancak bir yandan hepimiz farklıyız. Yeteneklerimiz, donanımlarımız, karakterimiz… Beynin ciğeri, insanların birbirlerini aşağılaması ne kadar saçma dahası bir cehalet işareti.

İnsanın kendisini bilmesi de çok yaşamsal. Yapamayacağı şeyleri yapmaya kalkışan bir insan tüm grubun enerjisini yakabiliyor. Cemaatlere kızsak da kimi zaman kendi gruplarımız içinde benzer yapının gelişmesine neden olabiliyoruz. Hadi biri kendini bilmiyor diyelim, bizler de bazen ona kendini hatırlatmada gecikiyor, müminler gibi davranıyoruz.

Kibirden, tutucu yaklaşımlardan uzak, kendinin ve birbirinin yeteneklerini görüp tartabilen, eleştiri kadar övgünün de gelişime katkısını bilen, emeğe saygılı olgun bireylerin yer aldığı gruplarda dökülecek her alın teri ne kadar değerli. Üstelik böyle ortamlarda herkes ortak üretime odaklanarak mükemmele yakın olması için elinden geleni doğallıkla yapmaz mı? İşle ilgili azarlanmalar ile emeğe saygısızlık arasındaki fark elle tutulur olmaz mı?

Yaşamım boyunca grup çalışmasını çok sevdim. Güzel bir üretime minicik bir katkı bile koyabilirsem çok mutlu oluyorum. Kieślowski “Mavi” filmininin kamera arkasında küp şekerin kahveye batırılması sahnesinin uzun olmaması için 8 yerine 5 saniyede bütünüyle ıslanacak bir şeker bulacak birinin görevlendirildiğini söyler. Bunu duyduğumda gülümsemiş ve o şekeri bulma işini yaparak bile olsa bu muhteşem filme katkım olmasını ne çok isteyeceğimi düşünmüştüm. Aynı şeyi Queen konserinde Freddie Mercury piyano başından kalktığı an yandan mikrofonla beliriveren elle ilgili de düşünüyorum!

“Mavi” filminin, bir Queen konserinin ucundan tutamadım ama sizler gibi bu direnişten güneşli günlere uzanmaya katkım olabilirse ne mutlu bana!