İnsanım, hayvansın, bitki…

Özgür Keşaplı Didrickson'un "İnsanım, hayvansın, bitki…" başlıklı yazısı 29 Aralık 2012 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

İnsanlığı yerden yere vurarak hayvanları öven, doğayı romantikleştiren yazılara da, geçerliliğini çoktan yitirmiş komik gerekçelerle insanların hayvanlara üstünlüğünü ilan eden kibirli yazılara da şaşıp kalıyorum. Dikkat dağıtıcı modern paketinden sıyırdığımızda insanların yaşamı da beslenmek, güvende olmak gibi temel gereksinimler peşinde geçmiyor mu? Büyük yıkıma yol açabilen kötü örneklerinin olması, insanın da tüm canlılar gibi yaşam savaşı veren bir tür olduğu gerçeğini değiştirir mi?

Araştırmaların ulaştığı noktada örneğin “primatlar ve politika” gibi konulardan söz edilebilirken halâ zekâ ve dil gibi nedenler öne sürerek hayvanlardan daha üstün olduğumuzu ilan etmemiz biraz tuhaf olmuyor mu? Kaldı ki, zeki ve bakış açımıza göre daha gelişmiş olan canlılar diğerlerinden daha mı değerli? Onlar sevilmeyi, korunmayı daha mı çok hak ediyorlar? İnsan, yunus, balık, sinek, ot diye giden bir değer sıralaması mı yapıyoruz?

Belki de ötekiyle ilişkimizle ilgili bir durum bu. Bir şişe ya da muz değil de insan olmak, bu yapısal farklılık varoluşumuzu biricik kılmaya yetmiyor bir türlü. Derecelendirmek istiyoruz konumumuzu. Kimimize hayvandan üstün olduğumuzu düşünmek iyi geliyor, kimimiz ise türümüzden umudunu tümden kesmiş durumda.

Bir de hayvanlara duyduğu sevgi, saygı ve anlayışı bir tür olarak insandan esirgeyenlerimiz var. Bilgisizlikten kaynaklanan bir tutum bu çoğunlukla. Diğer bazı hayvanlarda olduğu gibi çok sevdiğimiz yunuslarda da kimi zaman erkek bireyler kendisiyle çiftleşmesi için bir dişinin yeni doğmuş yavrusunu öldürebiliyorlar. Bir grup erkeğin çiftleşme zamanında dişilere saldırgan davrandığını belgelemiş çalışmalar da var. Burada kış uykusuna yatmadan hemen önce ayılar en fazla enerjiyi, en verimle depolamak için sadece dişi somonların kafasını ve yumurtalarını yiyorlar. Bir keresinde izlediğim bir ayı dereden bir somon yakaladı, pençesinde şöyle bir çevirdi ve hemen sonra otların içine fırlattı. Bir erkek bireydi o çünkü. Bırakın bu gibi davranışları, et yediği için bile suçlayabiliyoruz insanı! Oysa avını en acımasız şekilde öldüren hayvanı da tabii ki yargılamıyoruz.

Her yerde, her şeyi istediğimiz miktarda yememizde bir sakınca olmadığını söylemeye çalışmıyorum. Durduğum yer hakkında ipucu vermeliyim Beslenme konusunun duygusallıktan ve sloganlardan arındırılarak ekolojik yaşamanın bir öğesi olarak ele alınması gerekmez mi? Et yemenin hanemize yazdırdığı eksi puanın örneğin çok uçmak için de geçerli olması gerekir ki, havaya da değer verdiğimizi gösterebilelim.

Kapitalist sistemin, egemen olanın koşullarını belirlediği ortamda aç, işsiz kalan her yandan kuşatılan, yargılanan türümüz için üzülmemek elde mi?

Öte yandan sistemi düzeltmek, insan sayısını, açlığı, yoksulluğu, cahilliği azaltmak uzun sürdüğü için ve bu çabamızda pek de başarılı olmadığımız için hızla kirlenen nehirlerin, zehirlenen toprağın, yok edilen türlerin dramına kayıtsız kalabilir miyiz? Hem tabiat ananın sütten kesilmesi bizi de aç bırakmayacak mı sonunda?

Savaşların ortasında ve gölgesinde kaldığımız bu günlerde aklıma, eline geçen her fırsatta doğa konusunda bizi eleştiren ülkeler geliyor. Hava, su, toprak, bitki, insan demeden ve etkileri geleceğe uzanan şekilde korkunç bir katliama yol açan savaşların ardında bizzat bu ülkeler yok mu? Bu ikiyüzlülüklerini aslında daha güzel bir dünyaya ulaşma çabamızda elimizi güçlendiren bir şey olarak görebilir barışı tertemiz derelere atlayarak kutlayabiliriz.

Ayrım yapmadan tüm kıyımların karşısında durarak kelimenin en onurlu anlamıyla “insanlık” dediğimiz şeyi yücelteceğimiz pırıl pırıl bir yeni yıl dileklerimle.