Bilgi nehrinin barajları (2)

Özgür Keşaplı Didrickson'ın "Bilgi nehrinin barajları (2)" başlıklı yazısı 02 Şubat 2013 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

En umutsuza bile umut aşılaması gereken “her yerde aynı şey” sözünü ne sık duyuyoruz çoktandır. Bilimcimizden, simitçimize sorunlarımızın benzerliğini fark etmemek mümkün değil. Her alandan çok kişinin işsiz olması da oldukça güçlü bir benzerlik ancak “aynı şey” derken daha derinlerde bir yeri işaret etmiyor muyuz? Kabaca insan ilişkileri değil mi sözünü ettiğimiz? Sosyal medya bile dil bilenlere bu ortak motifin evrenselliğini kolayca görünür kılabilir. Yalnızca ırk, din, kültür ile açıklanamayacak benzerlik ve farklılıklarımız var.

Dikkat dağıtan şeylere kanmayıp bu evrensel temalar üzerinden tartışarak sorunlara çıkış arayanlar var ancak sorunların doğru teşhisi ve çözümü için insan merkezli bakış açısını terk etmek ve biraz daha derinlere inmek gerekiyor. Yeryüzündeki tüm türleri birleştiren bir şey var: Hayatta kalma savaşı. Bu savaşta bilgi aktarımı da (çevremize ve bizden sonrakilere) özellikle bizim gibi sosyal türler için çok önemli. Üstelik farkında olsak da, olmasak da insan da üremek, korunmak gibi temel davranışlarını belirleyen içgüdülere sahip. Öyleyse bilgiyi doğru şekilde kullanmak, aktarmak ve yaymak aslında doğallıkla yapmamız gereken bir şey değil mi? Böyle tüketerek soyumuzu da tehlikeye attığımızı biliyorsak, niye ona göre davranmıyoruz? Hayvan davranışlarıyla ilgili sıklıkla “Bunu neden yaptıklarını bilmiyoruz” denir. Bizler bazı davranışlarımızın nedenlerini görmemekte, anlamamakta ısrar mı ediyoruz? Kendi türümüzü ne kadar iyi tanıyoruz?

Evrimin gündemde olması, türümüzü daha iyi tanımamızı sağlayabilirse ne iyi olur. Çıkarı için şu ya da bu kötülüğü yapan insanlara hepimiz kızıyoruz ancak evrim penceresinden bakarsak bu insanlara kızmanın anlamsızlaştığını görürüz. Aç olduğu için ekmek çalan birisi kadar açık ve affedilir bir çıkarları olmasa da bu insanlar için mutlaka benzer bir çıkar söz konusu. Refaha erdikçe herkesin peşinden koştukları değişmiyor mu?

Kişisel deneyimlerimde de pek çok önemli çalışma, insan ilişkileri yüzünden mahvedildi. Bilgi nehrini baraja sokan, suyunu bulandıran, nehrin kollarını kurutan insanların başında yine bilimcilerin ya da sürekli bilimden söz edenlerin gelmesine çok şaşırmıştım önceleri. Mikrofonlara “bu alanda çalışan çok az insan var” diyenlerin aslında sayının artmasını da, toplumun üretilen tüm bilgiden yararlanmasını da istememelerinin nedeni neydi? Yıllar önce bu sert meslek içi çekişmelerle ilgili olarak ‘ekoloji kitapları “doğada tür içi rekabet, türler arası rekabetten daha serttir” diyerek sonuçta hayvanlarla akraba olan bizim bu özelliğimizi “doğal” kılıyor aslında. Vurgu yaptığımız “insan olmak” durumu ise böyle bazı tatsız (?) doğal özelliklerimizi kırabilme yetisine mi işaret ediyor acaba?” diye yazmışım. Kabaca “orman kanunları” dediğimiz şey bal gibi bizler için de geçerli ve bilimci, sanatçı gibi saygın mesleklere sahip olmak kimseyi bunun dışında bırakmıyor.

Yine kabaca… Ormanda güçlü güçsüzü yener, sosyal türlerde dayanışma ile zayıflar, birtakım engelleri olanlar bir nebze korunur. Güç ve dayanışma insanın hayatta kalması için de yaşamsal. Yıllar önce “tatsız” kelimesinden sonra soru işareti koymuşum. İyi ve kötü gibi kavramların evrim açısından pek anlamlı olmamasına, “tatsız” özelliklerimizin gün gelip hayatta kalmamızı sağlayanlar olabileceğine işaret etmişim herhalde. İşte tek başına “iyi” olmanın yetmediği ortada. İyilerin güçlenmesi, dahası kötülerin güçten düşürülmesi gerek. Kötülerin daha çok yararlanır göründüğü psikoloji biliminin ışığında dayanışma ve takım çalışmasıyla güçlenmemiz gerek.

Bilgi, aydınlatmak için olduğu kadar uyutmak, dikkati dağıtmak için yararlanılan bir güç. İnsanın kendisini bilmesi en büyük gücü değil mi?