Ama nasıl affetmişler?

Özgür Keşaplı Didrickson'ın “Ama nasıl affetmişler?” başlıklı yazısı 23 Mart 2013 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Buraya yerleştikten kısa süre sonra yok olma tehdidi altındaki Tlingit dilinde bir çocuk kitabı basıldı. Sohbetlerimizde masallara ve çocuk kitaplarına doğal olarak çok yer verdiğimiz için bu haberi telefonda yeğenime duyurdum. O sırada 6 yaşında olan Rüzgar, heyecanıma bir anlam verememiş, eniştesinin kitaptaki kelimelerin ancak birkaçını sökebildiğini belirttiğimde çok şaşırmıştı. Eniştesinin Tlingit olduğunu biliyordu ama İngilizcenin anadili olmadığını ancak o gün kavramıştı.

Çok şaşkın bir halde durmadan soru soran yeğenime neden böyle olduğunu anlayacağı dilde ve uygun şekilde anlatmaya çalıştım. Her ülkenin tarihinde savaş vardı nasılsa, öyle anlatmaya çalıştım. “Artık barıştılar, dilleri de yasak değil” gibi şeyler söyledim en sonunda. Ancak yeğenimin şaşkınlığı bir türlü geçmiyordu. Bu kez “ iyi ama nasıl affetmişler” diye sordu. “İnsanlar birbirlerini nasıl affediyorlarsa, öyle affetmişler” dedim, insanların kavgalarından, kızgınlıkla yaptıkları yanlış davranışlardan örnekler verdim.

Kitapları, sözcük oyunlarını çok seven yeğenim bir insanın dilini öğrenmeden büyümesinin çok acı bir deneyim olduğunu düşünmüş ve bu konuyu aklından çıkaramamış olmalıydı ki bir sonraki telefonda hemen yine bu konuyu açtı ve bu kez en başta ve sarsıcı bir vurguyla “ama nasıl affetmişler” diye tekrar sordu.

Yeğenime tabii ki soykırımdan falan söz edecek değildim. Şimdilik bu konuda yalan söylemiş durumdayım. Biraz daha büyüyünce Tlingitlerin önce Rusya sonra Amerika tarafından topraklarından, dillerinden, kültürlerinden nasıl koparıldıklarını karşı karşıya bırakıldıkları türlü işkencenin izlerinin nasıl hâlâ güçlü şekilde soluduğunu öğrenecek. Tıpkı dünyanın hemen her yerinde, hemen her halkın türlü baskıya, haksızlığa uğradığını öğreneceği gibi. Bu “kötü” davranışların küçük ölçekte benzerinin her tür insan ilişkisinde bulunduğunu da olabildiğince erken kavrayacağını umuyorum. Her tür baskıya karşı çıkması ve karşılaştığında nasıl davranacağını bilebilmesi için. Yeğenimin kafasına takılan affetmek konusu, bu noktada çok önemli olsa gerek.

“Affedelim ama unutmayalım...” Bu cümleyi pek çok yerde okudum, pek çok konuşmada duydum. Örneğin kültürel bir etkinlik olan yerli kutlamalarıyla ilgili “Celebration” kitabının giriş yazısında Byron I. Mallott bu genel görüşü “İyi ki hatırlıyoruz, yoksa bunları tekrar yaşayabiliriz... Kutlamalarımızın, danslarımızın yasaklanmasını bizlerden özür dilenmemiş olsa bile affetmeliyiz. Şimdi bizlerle kutlamalara katılan herkesi aramıza buyur ediyoruz. Kutlamayı, yeryüzünün tüm insanları birlikte yapmalıyız…” cümleleriyle aktarıyor.

Haksızlıkları affetmek tabii ki herkesin kolayca yapabildiği bir şey değil. Unutmadığımız, unutmamamız gerektiği bize hatırlatılan haksızlıkları yapanları affedebilir miyiz? Affetmek tam olarak ne demek?

Yerlilerin oldukça yakın geçmişte olanları, örneğin dükkanların kapısında “Köpekler ve Kızılderililer giremez” gibi yazıların yazışını unutmadığı kesin. Çoğu belki de yaşananları yaşatanları tam olarak affetmiş de değil. Ancak eşim başta olmak üzere davranışlarını gözlemlediğim, fikirlerini az çok bildiğim yerlilerin “unutmayalım ama affedelim” mesajını “güçlenelim ve ilerleyelim” olarak algıladıkları belli. Affedememek, unutamamak… Bu duyguların yarattığı kızgınlığı ve üzüntüyü doğru kanala aktarmaya çalışıyorlar. Ellerinden nerdeyse kayıp gidenleri bir daha yitirmemek ve hiç olmadığı kadar güçlü solumasını sağlamak için. Tlingit derslerinde dilin yeniden güçle solumasının önündeki engelleri sıralarken kapitalizm, Hıristiyanlık, Batılılaşma gibi nedenlerin yanında kimi yaşlıların tutumu da eleştirmeleri affetmek konusunu doğru algıladıklarını göstermez mi?