Yabanın sesleri

Sarkıtların müziğini özledim. Kış çok ılık geçiyor. Uzun süredir kar yağmadı. Soğuk olduğunda yalnızca saçaklarda değil, apartmanımızın girişindeki çalıların üzerinde de sarkıtlar oluşuyor. Bir keresinde onları kırıp elime almıştım. Kırdığım sarkıtların yanı başındaki sarkıtlara çarptığında, yerdeki buzun üzerine düştüğünde çıkardığı ses büyülemişti. Dalları salladığımda ise sarkıtlar bir tür çıngırak gibi ses çıkarmıştı. Yabanın seslerine hayran ben, sarkıtların müziğini keşfetmiştim.

Kış ılık geçtiği için özlediğim bir ses daha var rüzgârın kristalleşmiş dallar arasından geçerken çıkardığı ses… Okyanus kıyısına kışın daha nadir gidiyoruz ama rüzgârın kırık midyelerin arasından geçerken çıkardığı sese de bayılıyorum. Islıktan, uğultuya rüzgârın sesini hep sevmiş biri olarak keşfettiğim bu yeni sesler sayesinde rüzgârı da daha çok sevmeye başladım.

Buzulun yanındaki çağlayanın, nehirlerin, kırılan buzun, yağmurun sesi de kışın güzel seslerinden. Kuşlarının çoğu göçmen olan bu kuzey şehrinde kışın pek fazla kuş sesi olmuyor ama yine de keyifli bir ıslığa benzer sesleriyle kel kartallarımızın, muhteşem repertuarlarıyla kuzgunların sesi kışın sessizliğini güzelce bozuyor.

Bir müzisyen olsaydım sanırım yabanın seslerini sepetime toplar, stüdyoda tek tek çıkarırdım. Şarkılarında yağmurun, kuşların seslerini kullanan müzisyenler gibi. Kate Bush’un “The kick inside” albümünün içinden geçen kambur balina sesi ya da Dead Can Dance’in “Yulunga” şarkısının içinden geçen buz dalgıcı sesi insanın tüylerini diken diken ediyorsa biraz da yabana teşekkür etmemeli mi?

Türkiye’deki son günlerimde her yerde kızılgerdan çıtlamaya başlamıştı. Gündüz onların, akşam yarasaların sesiyle yürüyordum. Sesin sahibinin nasıl bir canlı olduğunu bilebilmek tabii ki insanı keyiflendiriyor. Yabanın sesini çocuklarımıza tanıtsak şehirde bile doğaya yakın olmalarını sağlayabiliriz. Sesleri hemen ayıramasak da olur, yeter ki kulaklarımız yabanın seslerine tıkalı kalmasın. En sevdiğim kuş seslerinden biri küçük karganın sesi. Şehirlerde görebileceğimiz bu karganın “mizah olmadan hayat çekilmez” dediği hissini veren sesine herkesin kulak kabartıyor olduğunu bilmek bile hep birlikte yozluğun karşısında olacağımıza dair güvenimi pekiştirirdi. Hem, şehirlerde bile yabanın ne zengin bir repertuarı olduğunu fark etmek bizi şehir talanlarına karşı da daha uyanık yapmaz mıydı? Birkaç ağaç kaç kuş sesi yapar, sayılabilir mi?
Geçtiğimiz günlerde Mucha’nın “Müzik” isimli taşbaskısında kadının kulak kabarttığı sesin sahibinin bülbül korosu olduğunu öğrenince içim burkuldu. Burada Türkiye’den farklı kuş türleri olduğu için bülbül sesi duymayalı epey oldu. Geceyi delen o tutkulu sesi ne kadar da özledim. Ya gökyüzünün asi kuşlarının ebabillerin sesini?

Ebabillerin Latince cins ismi “apus”, “ayaksız” anlamına gelir. Uyuma, çiftleşme dahil pek çok eylemi gökyüzünde yapan, yalnızca üreme döneminde yuvalarına konan, olağandışı bir durum olmadıkça yere konmayan bu kuşların ayakları gerçekten kısacık. Bir anlamda gökyüzünü yeryüzüne tercih etmiş ebabillerin yeryüzüne mahkum bizlerle dalga geçercesine attıkları çığlıkları özlememek imkansız. Burada bir tür var ancak nadir görülüyor. Çığlıklarına ise hiç denk gelmedim. Ebabillerle beni burada yedinci sanat buluşturdu. Bu asi kuşların çığlıklarına filmlerde daha önce de rastlamıştım ama ancak buradayken, algılarım özlediğim bu sese bu denli açıkken sayısız filmde yer aldıklarını farkettim. Sinemanın çığlığı olarak!

Arıkuşları, karatavuklar… Filmlerde duyulan kuş sesleri başlı başına bir yazı konusu.

Geçen gün gazetemizden İKSV tarafından düzenlenen İstanbul Müzik Festivali’nin bu yılki temasının “Doğa’nın şarkısı” olduğunu öğrendim. Yaban hayatının sanatı nasıl beslediğini hatırlamak bir yanıyla ne kadar da uyarıcı. Bu heyecan verici festivalin düzenleyicilerinin, yabanın sesine kulak verenlerin, yaban hayata yönelik yıkımların da karşısında olacağından şüphem yok.