Yabanıl şeylere değer verenlerin gözardı edilen bilgisi

Totem yapan az sayıdaki kabileden biri olan Tlingitler için ağaçlar yaşamsal önemdeymiş.  Hollywood filmlerinin beyinlere kazıdığının aksine elbette çadırlarda değil, ağaç evlerde yaşamışlar.  Ilıman yağmur ormanında ağaç köklerinden ve/veya kabuklarından örülmüş, içeri su sızdırmayan şapkalar ve giysilerle kuru kalmışlar.

Ağaç kökleri ve kabuklarından ördükleri sepetler,  böğürtlen ve midye gibi besinleri toplayıp taşımalarına da yardım etmiş. Metalin, çivilerin olmadığı dönemlerde buharda pişirdikleri ağaç parçalarını bükerek kutu haline getirmiş ve pek çok amaçla kullanmışlar. Suyu dışarı sızdırmayacak şekilde yaptıkları bu kutular, suyun içine sıcak taş atarak yemek pişirdikleri tencere yerine dahi geçmiş. Kaşık, kâse gibi gündelik yaşamda kullanılan sayısız ev gereci dışında pek çok av aleti de elbette ağaçlardan yapılmış. Burada yediğim en güzel yemeklerin başında gelen ringa balığı yumurtasını bile ağaçların yardımıyla toplamışlar. Bu balığın yumurtladığı yerlere kocaman iğne yapraklı “hemlock”dalları batırarak…

Besine büyük saygı duyulduğu için örneğin somonları doğdukları nehre döndükleri noktalarda karşılayan kazıklar da yine ağaçtanmış. Denizde avlanmalarına yardımcı olan kano ve kürekler gibi.

Elbette hayvan ve bitkileri yalnızca besin, giysi, ev, av aleti vs. olarak görmeyen yerliler için ağaçlar, manevi diyebileceğimiz öneme de sahipmiş (mitlere girdiğimizde ağaç insanlardan söz edildiğini bile görmek mümkün!) ve manevi duyguları iletmek için de çeşitli şekillerde kullanılmışlar. Totemlerden, çıngıraklara çeşitli törenlerde, özel günlerde kullanılan tüm ağaç oymalarını bu kategoride sayabiliriz. Kimliği ve aidiyeti simgeleyen desenlerin çoğunun yaban hayatından alındığını yakın geçmişte yerli danslarını anlattığım “Dans eden Kuzgun ve Kartal” isimli yazımda da anlatmıştım. 

Yerliler kendilerini yeryüzündeki tüm varlıklarla birlikte bir bütün olarak algıladıkları için insanların hayvanlara, hayvanların insanlara dönüşebileceğini düşünürmüş.  John Berger de “Görme üzerine” (About Looking) adlı kitabında yer alan  “Hayvanlara neden bakmalı?” (Why look at animals?)isimli makalesinde “ Hayvanların insanların düşüne ilk olarak et, deri ya da boynuz olarak girdiğinin varsayılması  19. yüzyıla ait tutumun yüzyıla yansıtılmasıdır” olduğunu söyledikten sonra Lévi- Strauss’un The Savage Mind  (Yaban Düşünce) kitabında Hawaii yerlilerinin sözlerinden yaptığı alıntıyı aktarmış. Alıntıda yerliler hayvanların ne yaptıklarını, bir kunduzun bir ayının neye ihtiyacı olduğunu bildiklerini çünkü bir zamanlar erkeklerinin onlarla evli olduğunu ve bu bilgileri hayvan eşlerinden öğrendiklerini söylüyor.

Tlingitler’in ve pek çok Kuzeybatı Pasifik Sahili yerlisinin öykülerinde de insanların hayvanlarla yaşamasına, evlenmesine sıkça rastlanıyor. Kimi öykülerde de sözünü ettiğim inanıştan, hayvanların insana, insanların hayvana dönüşmesinden söz ediliyor. Dans sırasında pek çok öykü gibi bu öyküler de görkemli dönüşüm maskeleri aracılığıyla teatral şekilde anlatılıyor.

Eşim birkaç gün sonra sanatçı dostlarıyla birlikte ağaç kökü toplayacak (her bir ağaçtan sınırlı sayıda kök topluyorlar). Belki de gidemeyeceğim için aklım ağaçlarda ve şimdiden yapılmasını aşama aşama görme heyecanını yaşadığım şapkalarda. Yoksa ağaçlar ve Tlingitler yalnızca bir örnek. Hepimizin bildiği gibi mevsimlerin değişimi, bitkilerin dağılımı, hayvanların davranışı gibi gözlemle öğrenilen ve nesilden nesile aktarılan bir sürü değerli bilgi, Alaska’dan, Anadolu’ya tüm bölgelerdeki yerli halkların yaşamda kalmasını sağlamış.

Emperyalizm ve beraberinde getirdiği kapitalizm Amerika kıtasından, Avustralya’ya; Avrupa’dan Anadolu’ya yeryüzünün her köşesinde yaşayan yerli halklarına zarar vermiş; bu insanları ve kültürleri `aşağı` gördüğü için bu kültür içinde gizli olan “yerli bilgisine” (indigenous knowledge) de yakın zamana kadar sırt çevirmiş, hatta onun farkına bile varmamış. Yaban hayat ile birlikte o güne dek onun bir parçası olarak yaşayan insanı, ormanları yok ederek, sulak alanları kurutarak, içinden yol geçmeyen bir alan bırakmayarak, doymaz tüketim kültürünü doğurarak yeryüzünün bir zamanlar bambaşka olduğunu unutturmuş insanlara. Bu büyük yıkım ve değişen değerler nedeniyle bırakalım doğayla bağını, kendiyle bağını bile yitirenler için doğayı anlatan, doğanın değerinden söz eden, onu “onarmaya”, “iyileştirmeye” çalışanlar elbette sözleri dinlenir insanlar olmuş. İçindeki her tür canlıyla birlikte sağlıklı bir ekosistemi anlatmak için  “organik”, “sürdürülebilir”, “yavaş”  gibi sayısız terime gerek duyulmuş.  Ancak yüzlerce, hatta binlerce yıl (Tlingitlerin yaklaşık 10 bin yıldır bu topraklarda yaşadığı biliniyor) söz konusu bölgelerde yaşamış yerli halkların doğadan kopuk falan olmadığı, sürdürülebilir yaşam sürdüğü, bilimciler kadar olmasa da gözlem yaptıkları, dürbün gibi aletleri olmasa da bir şeyler gördüğü, bildiği yakın zamanlara kadar unutulmuş.

Kanolarıyla okyanusta avlanan Tlingitler Katil Balina olarak andığımız orka balinasının (Orcinus orca(-) insanlara zarar vermediğini elbette bildiği halde bilimcilerin onlara sorma zahmetinde bulunmadığı için yakın zamana kadar (hatta hala böyle kitaplara rastlamak mümkün) kitaplarda bu türün insanlara zarar vermediğinin ancak tür tutsak alındığında öğrenildiğinin yazması gibi.

 

Ünlü çevre düşünürü, doğa korumacı Aldo Leopold’ü üniversite yıllarından beri biliyordum ama alanında klasik sayılan A Sand County Almanac (Bir Kum Yöresi Almanağı) kitabını bile okumamıştım. Geçtiğimiz günlerde edindim ve okumaya başladım. Leopold hakkında çok az şey bildiğim ve kitaplarını okumadığım için cümlelerini cımbızlıyor olma olasılığı ürkütse de, önsözden alıntı yapmak isterim;

“İtiraf etmeliyim ki, sözünü ettiğim bu yabanıl şeylerin biz insanlar için fazla bir değeri yoktu, ta ki mekanikleşen dünya bizlere keyifli bir kahvaltının aslında ne anlama geldiğini farkettirene kadar, ta ki bilim dünyası yabanıl yaşamın hangi aşamalardan geçip nasıl bu günlere ulaştığının ve nasıl hayatta kalabildiğinin tiyatral hikâyesini gün ışığına çıkartana kadar...”

Klasik sayılan bu önemli, ünlü kitabı okuyanlar için yerli halklar, hele hele binlerce yıldır yazarın büyüdüğü topraklarda yaşamış, doğayla içiçelikleri bilinen Amerikan yerlileri hiç var olmamış gibi değil mi?

Önsözden bir alıntı daha;

“Toprağı tahrip ediyoruz çünkü onu bize ait bir mülk olarak görüyoruz. Toprağı bizim de ait olduğumuz bir topluluk olarak görmeye başladığımızda onu sevgi ve saygıyla kullanmaya başlayabiliriz.”

Leopold bu satırları 4 Mart 1948’de yazmış. Amerikan yerlilerinin ayrımcılığa uğradığı, dillerinin, kültürlerinin yasaklı olduğu, yerli bilgilerinin de şimdiki gibi değerli olmadığı, yok sayıldığı dönemde. 2014 yılında Dr. Ufuk Özdağ’ın çevirisiyle Hacettepe Üniversitesi Yayınları tarafından basılan kitabın Türkçe çevirisinin giriş bölümüne internetten ulaştım. Son zamanlarda yerli bilgisine çok değer verildiği için bu konuda bir güncel açıklama olabileceği düşüncesiyle Leopold’un biyografisinin yazarı Dr. Curt Meine’in ve Özdağ’ın giriş yazılarını okudum. Orada bu konuya değinildiğini göremedim ama Türkçe baskının sonunda “Amerikan Kültüründe Yaban Hayatı başlıklı” bir bölüm olmasına çok sevindim.  Özellikle dilimize önceden kazandırılmamış yapıtların aradan geçen zamanda yaşadığımız düşünsel değişimleri değerlendiren eklerle basılması ne kadar önemli.

Leopold Vakfı’nın sayfasında hızlı bir arama yapınca karşıma toprak etiği konusunda yerlilerle birlikte yaptıkları bir çalışma çıktı. Amerikan yerlilerinin doğayla iç içe oluşundan ve bu geleneklerinin uzun süredir doğa koruma hareketinin içinde oluşundan söz edilmiş (1). Toprak etiğiyle ilgi videolarda (2) Amerikan yerli yazarı N. Scott Momaday’in toprağın hiçbir zaman hiçbir yerli için mülk olarak görülmediğini belirterek başlayan sözlerine dakikası bile verilerek dikkat çekilmesi Leopold Vakfı’nın ve Leopold mirasçılarının yeryüzünü iyileştirmek için doğru yolda olduğunu göstermesi açısından sevindirici.

Aldo Leopold’un Amerikan yerlilerinin bilgilerinin bilimciler, araştırmacılar tarafından gitgide daha değerli bulunduğu bir dönemde dilimize çevrilmiş olması daha verimli bir tartışma ve çalışma ortamı sağlayacaktır elbette. Bu nedenle başta Sayın Ufuk Özdağ olmak üzere kitapta emeği geçen herkese teşekkürü borç bilirim. 

[email protected]


Kaynaklar

http://eps-spring2014course.wikispaces.com/3.20.14-Fawn+YoungBear-Tibbet...

https://www.youtube.com/watch?v=80C9XENIvyk&list=TL1h4DXSm0tPfnXi69bQbnR...