Tarhana ve kitap

Kırmızı et ve tavuk yemeyen bir Kuzey Ege’li olarak Juneau’da beslenme konusunda zorluk çekiyorum. Uzak bölgelerden, atmosfere bol miktarda karbon salınarak getirilen sebze ve meyveleri yerken huzursuz oluyorsanız, zamanında balık yemeyi de kesmemiş oluşunuza seviniyorsunuz. Sürdürülebilir balıkçılığın olduğu bir yerde yaşadığınıza da.

Buraya yerleştiğimizden beri aslında pek fazla balık tutamadık. Bu nedenle sıklıkla para vererek balık almak zorunda kaldık. Sembolik bir yıllık ücretle av izni alarak balık avlamak, özellikle bizim gibi ucu ucuna geçinenler için çok önemli. Henüz pek balık avlayamadık çünkü kıyıdan balık tutmak kolay değil. Hele bir de oltanızın civarında balığınızı kapan denizaslanları geziniyorsa. Burada en çok balığı tekneyle açılma, balık dolu nehirlere ulaşma şansı olanlar yakalıyor.

Karpuzdan fasulyeye, yaklaşık her tür taze sebze ve meyve geliyor markete. Amerika’nın güneyinden ya da Güney Amerika’dan gelen bu ürünleri alabilecek paranız olsa da başta söylediğim gibi ekolojik olarak yanlış bir beslenme olduğu için huzursuz oluyorsunuz. Burada yetiştirilen sebze ve meyve ise yok denecek kadar az. Onları yetiştirmeye uygun yerler de. Evinizin bahçesi varsa ya da küçük bahçelerden kiralayabiliyorsanız bu iklimde yetişmeye uygun sınırlı miktarda sebze yetiştirebilirsiniz. Mavi yemiş, eğrelti otu, deniz yosunu gibi kendi yetişen bitkileri ise yenmeye uygun oldukları kısa zamanda toplamanız gerekiyor.

Balık ve taze sebze dışında da alternatifiniz var tabii ki dondurulmuş yiyecekler ve konserveler! Her sebzeyi mevsiminde yiyerek büyümüş biri olarak bir marketin uçsuz bucaksız konserve ve dondurulmuş gıda kısımları kadar korkunç bir yer olamaz. Uzaklardan gelen kimi taze sebze ve meyvelerin tadı bambaşka olduğu için bile midenizden isyan sesleri gelirken bu manzara karşısında marketten “İmdat” diyerek kaçmayı, oltayı kapıp okyanus kıyısına gitmeyi düşünüyorsunuz.

Bu koşullarda durumunuzun iyi taraflarını görmeye çalışıyorsunuz. “Daha önce hiç mango yemediğim için midemin hafızasında bildiği bir tat yok. Karşılaştırma yapıp üzülmeyecek. Yaşasın!”. Balığı seyrek yiyen birisiyken daha sık balık yemeye başlıyorsunuz. Ancak insan her gün de balık yiyemez ki!

Sonuç olarak konserveler ve dondurulmuş yiyecekler sofranızda arzuladığınızdan daha çok yer almaya başlıyor. Konserveleri insanlar yalnızca ucuz olduğu için değil, yemek pişirmeyi kolaylaştırdığı için de seviyorlar. Nohutu geceden ıslatarak pişirmek buradaki insanlara yabancı. Burada pişmiş ve kabuğu soyulmuş yumurta bile satılıyor! Böylelikle kabuk soyma zahmetinden (!)kurtulabiliyorsunuz.

Günümüzün koşulları nedeniyle ülkemizin marketleri de ne yazık ki her geçen gün kötüye gidiyor. Bizden önceki nesiller sağlıklı beslenebilmişti. Günümüzde pek çok insanın yemek yapmasına fırsat bırakmayan, onları hazır gıdalara yönelten kapitalist düzende sağlıklı beslenmek zorlaştı. Belki insanlar burası gibi kapitalizmin beşiği sayılacak ülkelerdeki marketleri gezme olanağı bulsalar, nereye doğru gittiğimizi görseler düzene daha güçlü bir şekilde karşı durabilirler. Kuraklık, kirlilik, gıda güvenliği, ekolojik beslenme gibi konularda da daha duyarlı olabilir, bu konularda izlenen politikaların takipçisi olabilirler.

Kapitalist sistemin henüz bütünüyle pakete sokamadığı güzelim yemek kültürümüzü burada çok özlüyorum. Yerel besinlere, yerel pazarlara olan ilgimizin hiç sönmeyeceğinden, bu düzene karşı direneceğimizden eminim. Örneğin tarhana yapmaktan kim vazgeçebilir? Nerede ve hangi ellerle yapıldığına göre kokusu, tadı değişen güzelim çorbamız… Konserve çorbaların diyarında tarhana karıştırırken bazen kendimi Türkiye’de zannediyorum. Burada kim dakikalarca çorba karıştırır ki? Karıştırmaz, o zaman da tarhana pişirirken kitap okumanın zevkine varamaz! Hele kitabınız da memleketinizden gelmişse, değmeyin keyfinize.