Söküklerimizi birlikte dikeceğiz

“Seni başka bir adamla göreceğime kızım, öldüğünü görmek isterim.” Beatles’ın 1965 tarihli muhteşem “Rubber Soul/Lastik ruh” albümünün “Run for your life/ Canını seviyorsan kaç” şarkısı bu sözlerle başlar, bu temada devam eder. Bu ve benzeri şarkı sözleri, bazı tarihsel olayların hatırlatılması üzerinden batıyı olduğundan farklı algılama tuhaflığımız üzerine yazmak gerek. Ülkemiz, sıcak coğrafyasına, tarihine, ekonomik, sosyolojik durumuna göre müthiş bir aydınlanma yaşamıştı”

Direnişten hemen önce sosyal medyada, aşağı yukarı bu satırları paylaşmışım. Kadına şiddet, evrim karşıtlığı gibi “kötü” şeylerin, türlü haksızlıkların yalnızca ülkemizde yaşandığını ya da işte en korkunç şekilde ülkemizde yaşandığını düşünenlere karşı ara ara sevdiğim insanları (bu durumda Beatles üyeleri) ateşe atma pahasına örnekler yazıyordum. Hem geçimlik hem spor avcılığı yapılan Alaska’da av yapılmadığını sananlar, insan hakları başta olmak üzere birçok konuda ülkemizin tarihi söz konusu olduğunda Osmanlı dönemine kadar giden ama diğer ülkeler söz konusu olduğunda nedense yalnızca ve eksik şekilde günümüze bakanlar…

Direnişin en önemli etkilerinden biri özgüvenimizi tazelemesi ülkemizle, kendimizle, birbirimizle gurur duymamızı sağlamasıydı sanırım. Sosyal medyadaki paylaşımlardaki ani değişimi farketmiş ve çok sevinmiştim. Ülkemiz tabii ki dünyanın en geri ülkesi değildi. Geri olduğumuz konularda da başka türlüsünü mümkün kılacak koşulların varlığından pek söz edilemezdi. Nihayet bunları farketmemiz ne kadar önemliydi.

Ben de bir zamanlar ülkemizle ilgili sıklıkla olumsuz konuşurdum. Ülkemizde ve yurt dışında yaptığım geziler, yerli ve yabancı dostlarla sohbetler ve okumak gözeneklerimi açmıştı. Amerika’ya o eski halimle gelseydim belki daha mutlu yaşardım ama açılan gözenekleri kapatmak çok zor. Burasını bazen “sökük dikicilerin ülkesi” olarak görüyorum. Sökükleri görmez, dikicilerin aslında ne yaptığını algılamazsanız tabii ki bu gibi ülkelerde pek çok “güzel” şey oluyor. Doğayla, insan haklarıyla ilgili çalışma yapan bir sürü kurum var. Ya sökükler? Ya dikilmesi hala başarılamamış geniş, eski sökükler?

Kapitalizmin yabandan yalnızca ihtiyacı kadar alması mümkün mü? Balıklarla, kurtlarla ilgili istediğiniz kadar çok kişi olun, büyük şirketlerin kâr hırsıyla yaban hayatını tehdit eden projelerine ancak bir yere kadar engel olabiliyorsunuz.

Tlingit dili öğretmenimiz yazılarında hâlâ ırkçılıktan söz edebiliyor, üniversitede ırkçılık karşıtı toplantılar düzenlenebiliyor. Böyle toplantılar düzenleniyor çünkü 32 bin nüfuslu şehrimizde pek çok etkinlikte ya yalnızca beyazları ya da yalnızca yerlileri görüyorsunuz. Bazı söküklerin dikimi çok ama çok zor oluyor.

Diğer yandan örneğin Martin Luther King yalnızca ırkçılığa karşı mücadelesi ile anılıyor. Savaşa ve yoksulluğa karşı mücadelesi böylesi bir dönemde bile hatırlanmıyor. Oysa yalnızca zenginlerin üniversiteye gidebildiği bir ülke burası (burs dışında) ve ne yazık ki bir sürü ülkeden buraya okumaya gelenler arasında bu durumdan söz edene pek rastlanmıyor. Oysa ne yazık ki burada okuyan arkadaşlarımız ülkemizle ilgili pek çok konuda hemen olumsuz görüş bildirmekte, ABD ile durumumuzu kıyaslamakta geri kalmıyor. Dikiciler mesleklerini belli ki en çok yüksek eğitim almış olanlardan gizleyebiliyor.

Ülkemizde eleştirilecek pek çok şey var ve bizler de zaten eleştiriyor, sokaklara dökülüyoruz. Noam Chomsky, 2010 tarihli “Howard Zinn’i anmak” adlı yazısında (www.sendika.org/2012/02/howard-zinni-anmak-noam-chomsky/) ülkemiz insanının ne denli cesur ve onurlu olduğundan bahsedince gururlanmıştım.

Belki de ülkemle ilgili en sevdiğim şey birlikte sökük dikme çabamız. Bize ait olmayan sökükleri sahiplenmeyelim, onları birlikte dikmeyelim diye ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar başaramıyorlar. Ruhumuzu iyileştiren, çoktandır yokluğunu hissettiğimiz özgüvenin kanımızda dolaşmasını sağlayan güzel ve onurlu direnişle birlikte biz, tüm söküklerimizi birlikte ve hızla dikeceğiz.