‘Seni seviyorum’ daha kolay

Eşim anadilini öğrenmeye ancak 2 yıl önce başladı. Tlingit diliyle ilgili canlanma yaşanırken Türkiye’deydik. Bir gün bir kültür kurumunun internet sitesinde Tlingit diline ayrılmış bir bölümle karşılaşınca heyecanlanmış, videolar sayesinde bazı kelimeleri ve basit cümleleri ezberlemiştim. Eşime dilimin döndüğünce “ixsixán” -seni seviyorum- dediğimde ne dediğimi anlamamış, açıkladığımda ise mutlu olmamak bir yana bozulmuştu. Anadilini bilmeyenlerin acısını bugün bile kavrayabildiğimi sanmıyorum ancak o acının insan ruhunu nasıl ezdiğini ilk kez o gün hissetmiştim.

Eşim türlü nedenlerle dilini uzaktan öğrenmeye çalışmak istemedi. Ben de Tlingit diline olan merakımı külledim.

Bu hassas konuda birkaç yıl önce yine pot kırdım. Bir sohbet sırasında eşimin halasına Tlingitçe “tamam” dedim. Halası ne dediğimi anlamadı. Belki Tlingitçe olduğunu tahmin etti ama bir şey demedi. Açıklamamdan sonra tuhaf bir yüz ifadesiyle “Daha çok Hawaii diline benziyor” dedi ve konuyu değiştirdi. Okyanus ötesinden gelmiş bir yabancının, dil becerisini gösterenlerin heyecanı ve gururuyla, anlamadığı ve belki de artık öğrenme fırsatı bulamayacağı anadilinde bir şey söylemesi yarasını deşmişti. Soykırıma uğramış yerlilerin travmasının söylendiği gibi birkaç nesli etkilediğini çarpıcı şekilde görmüş oldum.

Geçen yıl eşimin anneannesini ziyarete gittiğimiz bir gün kulaklarının çok daha iyi duymasına sevinmiştim. Bağırmama gerek olmadan, güzelce konuştuk. Bir an pencereden dışarı baktığımda baharın ilk sinekkuşunu gördüm. Heyecanla Tlingitçe “sinekkuşu” diyerek pencereyi gösterdiğimde anneannenin yüzü buruştu. Beni duymadığını anlatır şekilde ellerini kulaklarına götürdü. Anneannemiz küçük yaşta misyoner okuluna alınan, dili ve kültürü zorla unutturulan neslin temsilcisi. Tanıştıklarında anneme “Sana Tlingitler hakkında bir şeyler anlatamayacağım için çok üzgünüm, ben misyoner okulunda büyüdüm” dediğinde içi ezilmiş biri olarak yine pot kırdığıma utandım. Aslında bu örneklerin saygısızlık olarak görülmediğine eminim ancak dilini bilmeyenlerin yanında durduk yere o dilde konuşmanın da bir gereği yok.

Tlingit dersimize de sık sık yaşlılar gelir ve kiliselerin yönetimindeki misyoner okullarında ya da hükümet yönetimdeki yatılı okullarda yaşadıklarını anlatırlardı. “Medenileştirilmek” adına ailelerinden zorla kopartılan çocuklar dillerini konuştuklarında dayak, aç bırakılma, ağızlarının sabunla yıkanması, dillerine iğne batırılması gibi türlü işkencelere maruz kalmışlar. Kültürlerini yaşamaları engellenmiş, geleneksel giysileri yakılmış. Amerikan yerlisi olmanın utanılacak bir şey olduğuna inanmaya zorlanmışlar.

Bu işkencelerden geçenler, aynısını yaşamamaları ve ayrımcılığa uğramamaları için çocuklarına dillerini bilinçli olarak öğretmemişler. Başarılı olma şansına sahip olmalarını ve hakları için İngilizce savaşabilmelerini istemişler.

Yasaklar kalkmış olmasına rağmen yerli dilleri yok olma tehlikesinde. Tlingitlerin %1’i bile dilini konuşamıyor. Tlingitçe öğretmenimizin bile yaşlıların ne dediğini anlamadığı oluyor.

Tlingitçenin karşı karşıya olduğu tehditlerden biri çok zor bir dil oluşu. Alfabedeki sesleri çıkarabilmek, o seslerin yan yana gelmesinden oluşan kelimeleri düzgün söyleyebilmek çok zor. Dilini öğrenmeye başladığı sıralarda eşim bir gün bozuk, ama anadilinden iyi olan Türkçesiyle “ ‘seni seviyorumˊ daha kolay” demişti.

Burada edebiyata ilgi büyük. Bilim kitaplarının dili bile edebi. Dünyada merak uyandıran bu coğrafyanın herhangi bir vahşi noktasında bir süre yaşayan herkes kitap yazıyor. Heyecanlı ve özenli bir dille Alaska’yı anlatan çok kitap var. Ancak işte yerlilerin çoğu müzelerde örnekleri bulunan sanatlarına, kültürlerine esin vermiş bu topraklar hakkındaki duygularını anadillerinde aynı yetkinlikle paylaşamamak bir yana, birkaç sevgi sözcüğünü bile dillendiremiyorlar.

Peki, bu korkunç durumdan sorumlu olan ABD hükümeti yaraları iyileştirmek, yerli dillerini korumak için ne yapıyor? Haftaya bu konuya değineceğim.