‘Ölüyoruz, yardım edin!’

UNESCO’ya göre Alaska’nın 20 yerli dilinden 18’i tehlikede. Listedeki dillerden Eyak, dilbilimcilerin diriltme çabalarına rağmen bu dili konuşabilen son yerlinin 2008’de ölmesiyle yok olmuş kabul ediliyor.

Yerli dillerinin de Alaska’nın resmi dili olarak kabul edilmesini öneren yasa tasarısından, Tlingitçe hocamızın kötü geçen bir duruşmayla ilgili bizleri bilgilendirmesiyle haberdar olduk.

Çok tatsız geçen duruşmada, bu tasarıyla yerlilerle beyazların arasının daha da açılacağı, Alaska’nın kültürel zenginliğini herkesin aynı dili konuşmasını sağlayarak koruması gerektiği söylenmiş. İki komite üyesi “Biz de Amerika’ya geldiğimizde dillerimizi terk edip İngilizce konuşmaya başlamıştık” demiş. Yerliler, durumlarının göçmenlerin durumuyla karşılaştırılmalarına doğallıkla şaşırmış ve sinirlenmiş. Dillerin canlanmasına destek olmanın daha iyi yolları olabileceği, örneğin bir günün “yerli dilleri günü” olarak kutlanabileceği önerilmiş. Tasarıyı ancak, resmi işlerde teknik sorunlar (her belgenin 20 dilde yazılması gibi) yaratmayacağı açıkça belirtildiğinde destekleyeceğini söyleyenler de olmuş.

Hocamızın programa rağmen şahitlik yapamadığı duruşmanın gergin havası nedeniyle bir yaşlı kendisini yatılı okul yıllarında zannettiğini söylemiş.

Hocamızın destek çağrısı üzerine bir sonraki duruşmaya biz de katıldık. Bazı yerliler çağrı üzerine geleneksel giysilerini giymişlerdi. Ağaç kabuğundan örülmüş şapkaları, üzerinde hangi klandan olduklarını belirten desenlerin işlenmiş olduğu ceketleriyle kültürlerine sahip çıkma kararlılıklarını gösteriyorlardı. Tasarıyı destekleyen ve şahitlik edenler tabii ki yalnızca yerliler değildi.

Komitenin ön konuşması çok olumluydu. Ardından şahitlere geçildi. Önce Selina Everson adlı bir büyüğümüz konuştu. Anavatanında anadilinin yasaklanmasından ne kadar etkilediklerini anlatırken sesi titriyordu. “Dil bizim özümüz, yüreğimiz ve ruhumuz” dedi. Sonra söz alan hocamız, dillerin resmen tanınmasının eşitlik açısından önemine değindi. Tasarının sembolik olmaktan öte tarihi önemde olduğunu, tarihin onları kendilerinden yardım istendiğinde ne söyleyip ne yaptıklarıyla hatırlayacağını belirtti. “Bizleri eşit kabul etmenin ırksal ayrımlara yol açacağı endişesi taşıyorsanız, çokkültürlülüğün olduğu yerde tekdilliliğin olamayacağını anlamalısınız” dedi.

Tasarının sağlayacağı eşitlik duygusuyla, kültürlerinden kopuk ve 2. sınıf vatandaş muamelesi görerek büyümüş yerlilerin özgüvenlerinin, benlik duygularının artacağı ve yerlilerde daha sık görülen kimi sorunların (bağımlılıklar, intihar gibi) önüne geçileceği de düşünülüyor.

Yasakları, işkenceleri yaşamış insanların bir kısmının hâlâ yaşıyor olması da tasarının önemini arttırıyor. Herkes bu insanların hayattayken adaletsizliğin onarılmaya, yaraların iyileştirilmeye çalışıldığını görmelerini arzuluyor.

O gün içimi en çok, hocamızın” Ölüyoruz. Gözünüzün önünde dilimiz ölüyor. Yardım edin” demesi sızlattı. Bu durumdan sorumlu tarafın mahcup şekilde özür dilemesi, belki de her gün yaraları iyileştirmek için neler yapabileceğini sorması gerekirken, hakkını arayan tarafın böyle bir dil kullanması insanı sarsıyor.

Olumlu sonuçlanan duruşma sonrası koridorda toplandığımızda birkaç cümle dışında Tlingitçe konuşul(a)maması da çok etkiledi beni. Ve ne yazık ki o günden bugüne, Tlingitçe bilen 2 kişi daha öldü! Günümüzde, iş nedeniyle köylerden şehirlere taşınılması gibi tehlikelerle de karşı karşıya olan bu dilleri korumak için hızlı davranılması gerektiği apaçık.

Binlerce yıllık geçmişe sahip diller, doğa tarihiyle ilgili, önemi her gün daha da anlaşılan yerli bilgilerini de (indigenous knowledge) taşıyor. Modern bilimi destekleyen, geçmişe ışık tutan bu bilgiler doğadan kopuşu da yavaşlatabilecek bilgelikte.

Pek çok aşamayı geçen tasarının yürürlüğe girmesi ne yazık ki henüz garantilenmiş değil. ABD’nin yerli vatandaşlarının yardım isteğine nasıl yanıt verdiğinin, eşitlik arayışlarında ondan medet umanlarca yakından izlenmesi, ortak düşmanımızın emperyalizm olduğunun hatırlanmasına da yardımcı olmaz mı?