Koyun, yunus, insan...

Ülkemizden sürekli acı haberler gelirken yazmakta çok zorlanıyorum. Kafamda kurguladığım yazılar anlamsız geliyor. Ancak yalnızca AKP’den değil kolları her alana uzanan zihniyetten kurtulmamız gerektiği açıkken cephelerimizi boş bırakabilir miyiz?

Metin Çulhaoğlu “Bir ‘libero’ olarak dinci gericilik” başlıklı yazısında: “AKP iktidarının özelliği, emek düşmanlığı, emperyalizm yardakçılığı ve dinci gericilik olmak üzere bir sacayağına oturması, dahası üç ayaktan her birinin diğerlerine sağladığı girdilerle devinmesidir…” diye yazmıştı.

Yazılarımda değindiğim gibi, emek düşmanlığı ve emperyalizm yardakçılığına “doğa korumacılar” arasında da sık rastlanıyor, ancak doğallıkla biraz daha gizli kalıyor. AKP doğayı yağmalarken bunun karşısında görülen çalışmalar hemen bağra basılıyor. Bırakalım emek düşmanlığını, nitelik bile pek önemsenmiyor. Oysa edebiyat, film eleştirileri olduğuna göre kimsenin malı olmayan doğayla ilgili çalışmalar da, daha iyiye ulaşmak için elbette ki eleştirilebilir.

Erdoğan grup toplantısında “Bu ülkenin başbakanı olarak açıkca ifade ediyorum ki, Dicle’nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır” dedi!

AKP döneminde (2006) “gösteri ve terapi” gibi, meşrutiyeti olmayan bir gerekçeyle, taraf olduğumuz anlaşmaları da ihlal ederek sularımızda yunus avlandı. Av gerekçelerinden birinin Ukrayna ve Rusya’dan getirilen yunusların uçak yolculuğundan olumsuz etkilenmeleri olduğunu da öğrendik. Bizlerin ve Bern Sekreteryası’nın uyarıları nedeniyle ava devam edilemeyeceği ortaya çıktığı için olsa gerek, 2008’de Japonya’dan 12 yunus getirildi. Uçak yolculuğundan etkilendikleri belirtmiş olmasına rağmen! Belki de Erdoğan denizde yaşayan canlıların mesuliyetini kabul etmiyordur?

AKP’nin AKPliği böyleyken yunusseverler ne kadar AKP karşıtı? Bilimciden, gazeteciye emeğe saygımızın içler acısı halini gösteren, aslında yıllardır ayrıntılı yazmak istediğim çok örnek var. Soma’daki işçilerden bazıları tahmin edileceği gibi çocuklarının eğitimi için bu işi yapıyormuş. Ailelerin binbir zahmetle okuttukları çocukları, meslekdaşlarından, danışmanlarına, gazetecilerden, hükümet yetkililerine, emeklerinin karşılığını alabilecek mi saygı görecek mi?

Morgan isimli orkanın öyküsünü yazmak için araştırma yaparken karşıma, ülkemizde yakalandıktan bir süre sonra rehabilite edilip denize döndürülen Tom ve Misha isimli yunuslar çıktı. Gerilimden usandığım için ülkemizdeki tutsak yunuslarla ilgili haberlerden bilinçli olarak uzak duruyor, bir anlamda bezdiriye boyun eğiyorum. Yazılarında “boyun eğmeyelim”, “direnelim”, “hesap soralım” diyen birinin kendi alanında boyun eğmesi ne tuhaf değil mi?

Tom ve Misha daha özgürken, yakalanmasınlar diye çabalamış olduğum halde özgürlüklerine kavuştuklarını dolaylı olarak öğrenebildim ne yazık ki. Bu talihsiz yunuslar, yakalanmadan önce ve o dar havuza hapsedilene kadar pek fazla insanın umrunda olmamıştı.

Tutsak yunusların rehabilitasyonu dünya çapında ses getirecek bir çalışmaydı. Born Free adlı İngiliz kurum rehabilitasyonu üstlendi. O kurumdan birisiyle “Yunus tutsaklığına son verilmesi için Avrupa ittifakı” nedeniyle yıllardır iletişimdeydim. Rehabilitasyon gündeme geldiğinde bilgi alışverişimiz oldu onu çalışmalarımı bünyesinde yürüttüğüm dernekten konuyla ilgilenecek kişiye yönlendirdim.

Dernekten istifa ettiğimde iletişim bozuldu. Oysa durumu bildirmiş, yunuslar hakkında ara ara bilgi göndermelerini rica etmiştim. Ne iletilerime yanıt geldi, ne de bilgi. “Konu” kısmında “Tom ve Misha öldü” yazan bir ileti gönderdim. “Yunusları önemsediğini biliyorum ama insanları önemsediğinden emin değilim” dedim. Cevap verdi! Bilgi için internet sayfalarına bakabileceğimi söyleyen 2 cümlelik bir iletiyle… Kuş halkalama çalışmalarında kendi ülkemde yine İngilizlerden küfür yemiştim. Hükümetten, birbirini yiyen bizlere bu tür küstahlıklara nasıl da zemin hazırlıyoruz!

Polisi insanları öldürürken, kurdun kaptığı koyun örneğini verebilen bir başbakan varken yazmak gerçekten çok zor. Ülke gündemi izin verirse haftaya bu konuda yazmaya devam edeceğim.