Köpürmeye devam!

“Huzuru bulmak için köpürmesi gereken Pasifik gibiydi”…Adını “huzurlu”, “barış içinde” anlamına gelen “pacific” kelimesinden alan Pasifik Okyanusu’nda çok sık tsunami yaşanmasının verdiği esinle karaladığım cümlelerden biri böyleydi.

Çocukların kafalarını gaz fişeklerinin hedef tahtası haline getirmeleri yetmezmiş gibi tepemize füze atmanın yollarını arıyan savaştan bir bilgisayar oyunuymuş gibi söz edenlerin yarattığı depremle uzun süredir köpürüyoruz. Bu ortamda huzuru bulabilecek miyiz? Ne zaman, nasıl bulacağız?

Gözü dönmüş kötülüğün yaşama dair ne varsa yok etmeye çalıştığı bu absurd ortamda yapılacak seçimle huzura erebilir miyiz? AKP’nin olası seçim başarısının köpürmeyi önlemeyeceği ortada. Ancak direnişin özünü, savunduğumuz değerlerden çok karşı olduklarımızın oluşturmaması için tetikte olmamız gerektiği de açık.

Pasifik yalnızca tsunamilerle değil, yunusların sörf yaptığı dalgalarla da köpürüyor. Albatrosların bir uçuşta kanat çırpmadan 16 bin km gitmesini sağlayan dalgalarla, rüzgârla da. Direniş böylesi dalgaların güzelliğini ve enerjisini taşımıyor mu?

Yatıştıran, huzur veren “emzik” kelimesinin İngilizcesi “pacifier”. Biz de ne güzel “yalancı meme” demişiz. Seçim ve sonrasında emziklerle, yalancı memelerle yatıştırılmaya, uyutulmaya karşı uyanık olup olmayacağımız huzuru nasıl tanımladığımızla ilgili olsa gerek.

AKP’siz, “eskisi gibi” bir Türkiye’de huzur bulabileceklerin sayısı ne yazık ki pek az değil. “Eskisi gibi” bir Türkiye’de bir bilimsel araştırmaya A şirketi destek olabilir, bir sanat projesine AB fonu… Türkiye’deki haksızlıklarla ilgili belgeselimiz prestijli bir yarışmada dereceye girebilir, ülkemizde değeri bilinmeyen bir bilimcimize Amerika sahip çıkabilir. Kaynaklarımızı eksiltmeyen, adaletsizliklerin kökenine hiç etki etmeyen birkaç güzel davranışta bulunarak (bir çocuk okutmak gibi) “iyi bir insan” olmanın huzuruna erişebiliriz. Düzenin emzikleri bizi huzurla uyutabilir.

Görüşü bulanık, ufku dar, elinden geleni nedense hep kolayca yapıveren “iyi insanlar”, düzenin işlemesini kolaylaştırdıkları için aslında ne kadar tehlikeliler. Ne yazık ki doğamız gereği enerji kaybına yol açan, zarar görmemize neden olan şeylerden çoğumuz kaçıyoruz. Huzurlu yaşam için bize önerilen de bu değil mi? Bu nedenle bu insanları suçlayamayız. Ancak her gün önümüze Change(değiştir) ibareli onlarca imza metni yağarken insanların da değişebileceğinden ümidimizi kesecek değiliz. Dünya başka nasıl değişebilir?

İnsanlar arasındaki iletişimin en az yarısının sözsüz olduğu düşünülüyor. Korkunun gözlerden, cesaretin beden dilinden okunması gibi. Orada değildim ama TOMAları karşısına alan, gaza boğulan, dövülen insanlar arasındaki iletişimin önemli ve/veya kritik bölümünün sözsüz olmuş olduğunu tahmin ediyorum. İlk insanlar, hatta onların da ataları kadar eski olmasına rağmen sözcüklerin karmaşası ve sıradan günlerin güvenlik duygusu içinde gücünü yitiren bir iletişimin canlandığını… Twitter, youtube…yasakladıkları tüm iletişim şekilleriyle kökü daha derinde olan, daha güçlü bağlarımızı keskinleştiriyorlar. Birbirimizi sarsmamızın, değiştirmemizin, daha adil bir dünya kurma çabasını güçlendirmemizin önünü açıyorlar.

Direnişle uyanan ya da güçlenen, emziklere artık kolayca kanmayacak gibi görünen ne çok kişi var. Oylarını kime vereceklerinden bağımsız bir gerçek bu.

Burada bir kuzgun heykelinin altında “İleriye gitmek için bir miktar karmaşa (kaos) gereklidir” yazıyor. Durduğumuz noktadan ilerisinin Sosyalist Cumhuriyet’i gösterdiğini düşünenlerdenim. Yalnızca kendi yaşamını düşünmeyen, yalnızca ilgi alanına giren adaletsizlikler için kahrolmayan insanlar için başka yolu var mı?