Kızılderililerin soykırım ve özür öyküsü bize ne anlatıyor?

Michelle Obama 8 nisanda, Amerikan yerlilerinin sorunlarına değinen bir açıklama yapmış. Tesadüf eseri bu şaşırtıcı habere ve sonra Ayşenur Arslan’ın bir yazısına denk gelmeseydim şu hararetli dönemde Amerikan yerlilerinin acılarına değinen bir yazı yazmayı istemezdim.

Ayşenur Arslan,“Ermeniler.. Aborjinler.. Kızılderililer.. Çingeneler.. Ve “iktidarımız!” başlıklı yazısında Ahmet Davutoğlu’nun   “Eğer Avrupa tarihini açacaksak sömürgecilikte Afrika’da neler yapıldığını, Asya’da neler yapıldığını, Avustralya’da neler yapıldığını, o otantik kavimlerin nerelere kaybolduğunu… Nerede Aborjinler, nerede Kızılderililer? Nerede Afrika kabilelerinin birçoğu? Nasıl yok oldular, tarihten nasıl silindiler? Eğer tutup bunları entelektüel olarak tartışacaksak tartışırız ama siyasal bir baskı haline dönüştürürlerse buna hiçbir zaman taviz vermeyiz.” sözleriyle ilgili olarak; ““HOCA” bilmez mi, bütün bu başlıkların, ilgili her ülkede zaten tartışıldığını.. Taraflardan açık biçimde özür dilendiğini.. O acı sayfalarla, hem siyasal hem de kültürel / sanatsal düzlemde hesaplaşıldığını.. Bilmiyor mu?” demiş.

Başkanının ağzından 'soykırım' kelimesini duymak isteyenlerin de, bu olasılık karşısında kızışanların da bol olduğu Amerika Birleşik Devletleri’nin, Amerikan yerlilerinden açık bir biçimde özür dilendiğini duydunuz mu? Ben de zaten tam bu nedenle Michelle Obama'nın bugünlerde Amerikan yerlilerine değinen bir açıklama yapmasına şaşırmıştım. Obama’nın ne dediğini yazmadan önce özür konusunda bilgi vermeli.

ABD, Amerikan yerlilerinden ancak 19 Aralık 2009’da imzalanan, savunma ile ilgili 67 sayfalık bir yasa tasarısının (Defense Appropriations Act ) içinde yazılı olarak özür dilemiş! Robert Longley “ABD’nin Amerikan yerlilerinden özür dilediğini biliyor muydunuz?’ başlıklı yazısında belirttiği gibi belgenin 45. sayfasında, Amerikan ordusunun ne için, ne kadar para harcayacağını anlatan bölümlerin arasına sıkışmış olarak. Belgenin “içindekiler” kısmında bu bölümü göremiyorsunuz. Hatta bu özür kısmına ayrı bir sayfa da ayrılmamış.

Bu özür metninin Amerikan yerlilerine ABD hükümetine karşı herhangi bir alacak hakkı doğurmadığı da açıkça vurgulanmış.

Rob Capriccioso’nun “Bir özür efsanesi; Obama, Amerikan yerlilerinden özür dilenmesi yasa tasarısını imzaladı ama ona dikkat çekmeyi başaramadı” başlıklı yazısında yayımlanan özür metninin, senatör Sam Brownback tarafından ilk önerildiği gibi, ABD hükümeti tarafından geçmişte bu toprakların yerli haklarına karşı gösterilmiş kötü politikalardan resmi şekilde özür dilenecek şekilde yer almadığı, yumuşatıldığı söyleniyor. Özür metnindeki tuhaflığı fark etmek için bu konularda uzman olmaya gerek yok zaten. 2010’daki metinde özür dileyen doğrudan hükümet değil, Amerika Birleşik Devletleri halkı.

Başlığından da anlaşıldığı gibi yalnızca özür metniyle ilgili değil, özrün yapılma şekliyle ilgili endişelerden de söz eden yazıda, Kızılderili Kanunu Kaynakları Merkezi’nin müdürü Robert T. Coulter, özür yasa tasarısı ile ilgili büyük bir sessizlik olduğundan; hiçbir kamuoyu duyurusunun, basın konferansının düzenlenmediğinden ve ne ulusal ne de uluslararası düzeyde bir ilginin söz konusu olmadığından söz ediyor. İnsanın bir duyuru olacağı ve konu hakkında bir şey söyleneceğini düşündüğünü, sonuçta Amerikan yerlilerinden özür dilendiğini ancak insanların bundan haberdar olup olmadığını bilmediğini belirtiyor. “Özür dilenen tarafın bundan haberi yoksa bu nasıl bir özür?” diye soruyor.

Bir Tlingit yerlisi olan eşim de benzer şekilde düşünüyor. Bu özür konusunun haberlere konu olmamasını, alakasız bir bütçe belgesinde yer almasını çok tuhaf buluyor.

Obama’nın 16 Aralık 2010’da, Beyaz Saray’da yapılan yerli halklarıyla ilgili bir konferans konuşmasında özürle ilgili yasa tasarısı da yer alıyor.  Obama, ortak tarihin üzücü ve acılı bölümlerinin sonunda kabul edildiğini, önceki yıl imzalanan bu tasarıyı destekleğini söylüyor.

Obama’nın Amerikan yerlilerinin yaşamış oldukları acının farkında olduğunu belirttiği bu açıklama özür konusunda atılmış adımı desteklediğini göstermesi açısından bazı yerliler tarafından önemsense de, sonuçta özrün sözlü dile getirilmesi, dikkat çekilmesi anlamına gelmiyor bir sürü yerli için.

Bir Navajo yerlisi olan Mark Charles, özür metnin savunmayla ilgili uzun bir metin içinde nerdeyse gömülü oluşuna, hiç duyurulmamasına, kamuoyuna sözle açıklanmamasına tepki olarak 19 Aralık 2012’de Amerikan Kongre Binası önünde özür metni okuması gerçekleştirmiş. Farklı kabilelerden yerliler metnin farklı bölümlerini okumuşlar. Bazı yerliler resimleriyle, bazıları müzikleriyle bu sessiz protestoyu desteklemiş. Blog sayfasında Charles, metnin bu haliyle pek bir anlamı olmadığını ama yerliler için bu okumanın derin ve anlamlı olduğunu belirtmiş ve “biz kimseyi parmakla göstermiyoruz, liderlerin isimlerini de saymıyoruz. Yalnızca içeriğin ve bunun iletilme şeklinin uygunsuzluğunun altını çiziyoruz” demiş.

Michelle Obama, 8 Nisan 2015’te yaptığı, özellikle yerli gençlerin sorunlarına vurgu yaptığı uzun konuşmasında, yerli halklarında yoğun görülen intihar, bağımlılık gibi konulardan Dakota’da ziyaret ettikleri Sioux halkından örnekler vererek söz etmiş. Yerlilerin bir gün gözlerini açıp bağımlılık sorunlarıyla karşılaşmadığından, yoksulluk ve şiddetin bu toplumda birden, rastgele belirmediğini belirterek “ Bu konular uzun bir sistematik ayrımcılık ve taciz geçmişinin sonucudur” demiş. Bu geçmiş göz önüne alındığında söz konusu bölgede yaşayan yerli gençlerinin sorunlarına şaşırmamak gerektiğinden ve bu sorunlardan yerliler dışındakilerin de sorumluluğu olduğundan söz etmiş. Tüm yaşananlar göz önüne alındığında kültürlerinin hala yaşıyor olmasının nerdeyse bir mucize olduğunu belirtmiş.

Ayşenur Arslan “Evet, hiçbir ülke temiz değil. Her ülkenin geçmişinde böyle kirli / acı sayfalar var. Ama çağımız, geçmiş çağlarda yaşanan bu olaylarla YÜZLEŞME çağı. Bundan ABD de kaçamadı.. Avustralya veya Fransa da..” demiş yazısında. ABD hükümetinin, olanları “soykırım” olarak tanımlayıp tanımlamama konusu bir yana, doğru dürüst bir özür bile dileyememesi kaçma durumunun hala var olduğunu işaret etmiyor mu? Elbette eskiye göre Amerikan yerlilerinin sorunları daha çok konuşuluyor ancak bırakalım hükümeti, vatandaşların bile bu konuların konuşulmasından her zaman hoşnut olduğu söylenemez.

“Ama nasıl affetmişler?” başlıklı yazımda yerlilerin yaşananlar için “Affedelim ama unutmayalım”  dediğinden söz etmiştim. Özür konusunda hayal kırıklıklarından söz eden yazılarda bile önemli olanın güncel sorunların çözümü olduğu, yeni nesillerin tarihin ve bu topraklara ait kültürlerin doğru anlatıldığı kitaplarla yetişmesi önemseniyor.

Güncel durumlardan söz etmişken bazı özürlerin de tam da bu nedenle çok da önemli olmadığını, özür dilemenin de pekala göstermelik olacağını belirtmek gerek. Arslan’ın yazısında değindiği Avustralya örneğindeki gibi Kanada’da da başbakan (Stephen Harper) parlamentoda özür konuşması yapmış. İki ülkenin de bu konuşmaları 2008’de yapmaları zaten yeterince üzücü. Çok geç kalmışlar.

Kanada örneğinde ise şunu söylebilirim. 2012`de Kanada yerlileri “Idle no more” (Zamanı boşa harcamaya, avareliğe son” diye çevrilebilir) isimli bir protesto hareketi başlattılar. Manifestolarında Kanada hükümetinin yıllar içinde doğal kaynaklar aracılığıyla nasıl zengin olduğu, toprakların, suyun zehirlenmesi, kirlenmesi ile edinilen bu zenginliğin ne yazık ki yıllar önce imzalanan anlaşmalara sadık kalınmadığı için nasıl da yalnızca Kanada’nın zenginliğiyle sonuçlandığı ve topraklarından kazanç sağlanan kimi yerli kabilelerinin ne kadar yoksul olduğu gibi bilgiler yer alıyor. Idle No More’un eylemleri, yazıları aracılığıyla Stephen Harper’in kendisiyle yerli halkların sorunlarını konuşmak için binlerce kilometre yürüyen 6 yerli genç yerine Çin’den gelen pandalarla ilgilendiğini duyduğumda midem bulanmıştı.

Idle No More’un 2012’de yaşama geçişi, özür dilemek, soykırımı tanımak gibi konuların aslında günümüze odaklanmak için bir vesile olduğunu hatırlatmıyor mu? Özellikle gerici, ırkçı, sermayenin uşağı hükümetlerin politikalarına karşı durmak ve gelecek nesillerin adil, temiz bir doğada barış içinde yaşamalarını sağlamak için hepimizin birlikte tetikte olması, savaşması gerekmiyor mu? Örneğin işine geldiğinde utanmadan aborjinleri, Kızılderilileri hatırlayarak kaç halkın acısını diline dolayan ancak rant uğruna durmadan deniz, orman, nehir talanı yapan AKP zihniyetine karşı?