Kadınsan güzel olacaksın!

Tekerlekli sandalyedekilerin çilesi, Down sendromluların ayrımcılığa karşı savaşı gibi, hak ettiği ilgiyi görmeyen bazı eşitsizlikler, etnik köken, cinsiyet, inanç vb. gözetmeksizin karşımıza çıktıkları için üzerlerine eğilmek bizleri birleştirir.

Haneke’nin “Piyanist” filminde, hocasının cebine kırık cam doldurarak geleceğini kararttığı kızın annesi, bu olayla ilgili olarak “Zaten güzel değil, yeteneği çok önemliydi” gibi bir cümle kurar. Ancak acı olaylar (zayıflamak isterken ölen genç kızlar gibi) ertesinde dillendirdiğimiz bir başka eşitsizliğin altını çizen bu söz dikkatimi çekmişti.

Kimimiz doğuştan şanslıyız. Güzel bir yüzümüz, düzgün bir fiziğimiz var. Farkında olsak da olmasak da “güzel” oluşumuz ya da olmayışımız (Önümüze sunulan güzellik kriterlerini ciddiye almıyor olsak da fiziksel özelliklere, toplumsal normlara göre böyle kaba bir ayrımın varlığını yadsıyabilir miyiz?)  eş bulmadan iş bulmaya, kendi kendimizle ilişkimizden sosyal davranışlarımıza, yaşamımızın her alanını etkiliyor.

Kadınları daha çok etkiler görünen bu konuyu, güzel fiziğini bir cips reklamında sergilemiş olan Beren Saat hatırlattı. Saat, hunharca katledilmesine kahrolduğumuz Özgecan’ın ardından yazdığı, samimiyetinden şüphe duymadığım satırlarda “Kadın her geçen yıl daha değersiz bu ülkede” diyor, “Kadın olmak zor, güzel bir kız olmak çok zordur ülkemde” diye devam ediyordu.

Haneke’nin filmi, fiziksel özelliklerin dünyanın her yerinde önemli olduğunu gösteren bir örnek. Reklam ve filmlerde kadının yer alma biçimine, kadına biçilmiş rollere bakarsak tüm dünyada hâlâ çok vahim bir tablonun var olduğu kesin. Siz hiç kozmetik ürün reklamlarında,  “çirkin” veya “şişman” bir kadın gördünüz mü? Yalnızca “güzel” kadınlar mı şampuan, krem kullanır? Nüfusunun %68.5’i  (frac.org) fazla kilolu veya obez olan ABD halkı, Hollywood filmlerinde gerçekçi bir şekilde temsil ediliyor mu? 

Erkeklere göre daha sık çıplaklıkla ilişkili olarak beliren kadınlar, bir de çoğunlukla izleniyor olduklarının bilincindelermiş gibi hareket ediyorlar. Örneğin duşta veya nedense hep odada başka biri daha varmış gibi memelerini yorganla kapattıkları yatakta…. Gerçek yaşamda da kadının her an izlendiği, bunun normal olduğu ve kadının ona göre hareket etmesi söyleniyor sanki. Juliette Binoche’un Köprü Üstü Aşıkları filmindeki yıkanmasına benzer sahnelere sinemada hiç rastlamamış olan yığınların algılarıyla ne kadar ciddi şekilde oynanıyor.

Kadının karşımıza genel olarak güzel, bakımlı, özgüveni tam, “seksüel olarak hazır” bir nesne olarak çıkması kadın-erkek eşitsizliğine örnek değil midir? Dilek Karal ve Elvan Aydemir`in yazdığı “Türkiye’de kadına yönelik şiddet” isimli raporda “Kadına yönelik şiddet, toplumsal hayatın farklı alanlarında kadınların yaşadığı ayrımcılığın en belirgin göstergelerinden birisidir” (1) denilmiş. Uğur Batı ise “Reklamcılıkta retorik bir unsur olarak kadın bedeni temsilleri” isimli makalesinin özetinde “Araştırma bulguları, çağdaş reklamcılık imajlarının ideal kadın bedeni hakkındaki ‘seksi’ beden idealini güçlendirdiğini, kadın bedenine ilişkin gerçekçi olmayan ölçütleri ve kadın bedenine ilişkin şiddeti içerdiği sonucuna varılmıştır” (2) demiş.

Güzellik konusuna dönersek, her şeye rağmen toplumlar arasında fark olduğu da açık. Örneğin Alaska’da insanların fiziksel özelliklerine bizdeki kadar dikkat edildiğini söyleyemem. Yaşı geçkin, beyaz saçlarını çok sade biçimde toplamış, az makyajlı hostesler dünyaya daha umutla bakmamı sağlıyor.  Türkiye’de kimi ortamlarda beyazı görünen saçlarınız ve makyajsız yüzünüzle hemen “bakımsız” ilan edilebilirsiniz. Karşılaştığınızda “Merhaba” demeden önce “Kilo almışsın” diyenlerin sayısı da pek boldur. Ne yazık ki bunları söyleyenler en başta kadınlardır. Karal ve Aydemir’in raporda şiddet türleri arasında saydığı “sözlü-duygusal-psikolojik şiddet” e örnek sayılabilecek bu durumlar bizimki gibi ülkelerde daha yoğun yaşanıyor olsa gerek.

Medyaya da değinmeli. Yurt Gazetesi, 15 Şubat tarihli baş sayfasında Özgecan’la ilgili haberin hemen üzerinde bir tenisçinin bikinili fotoğrafına yer verdi. Ülkemizin en çok satan gazetesi Hürriyet’in baş sayfasında da sıklıkla kadın bedeni yer almaz mı? Dünyanın kaç ülkesinde tiraj için kadın bedenleri gazetelerin baş sayfalarında yer alıyor?

Batı’nın 379 reklamı değerlendirdiği makalesinde “İncelenen tüm reklamlar içinde kadın bedeninin en baskın üç temsil biçiminin ‘bir nesne olarak kadın bedeni’ (yüzde 60), ‘doğrudan seks aracı olarak beden’ (yüzde 38,78) ve ‘ürünle bağlantısız beden’ (yüzde 37,73) olarak gerçekleştiği görülmüştür. Bu bağlamda reklamlarda kadın bedeni temsillerinin temelinin, kadın bedeninin yeni bir cinsel sembolizm alanı olarak konumlandırılması olduğu düşünülmektedir. Kadının nesne olarak sunumunun, toplumdaki erkek mülkiyetinin, hâkimiyetinin örtük bir ifadesi olduğu da ayrıca not edilmiştir” (2) deniyor.

Karal ve Aydemir’in rapor için söyleşi yaptığı Prof. Dr. Feride Acar ise “Türkiye’de erkeklerde kontrol edilemeyen bir “kontrol etme duygusu” var. Dizginlenemeyen ve kontrol altına alınamayan bir durum bu. Tabii bu ifadelerden bunun psikolojik bir rahatsızlık olduğunu söylediğim sonucuna varılmasın. Vahim şiddet olayları diyebileceğimiz örneklerde de bu duyguya çok fazla rastlıyoruz. Erkekler gerçekte veya hayallerinde kadınları kendilerine mâl ediyorlar. O benim diye bir işaretleme yapıyor zihninde. Bu işaretleme sonrası onun üzerinde mutlak bir hâkimiyet duygusu ortaya çıkıyor. En fazla şiddete uğrayan kişilerin de boşanmış ya da ayrılmak isteyen kadınlar olması bu durumun bir sonucu. Toplumumuz bu tarz durumlarla nasıl baş edilmesi gerektiğini bilmiyor. Bu kontrol edilemeyen kontrol duygusu ise toplumsal düzeyde yaşanan eşitsizliklerden kaynaklanıyor. Toplumda kadın-erkek eşitsizliğinin bir yansıması bu durum. Dolayısıyla kadına yönelik şiddetle gerçek mücadele ancak her alandaki kadın-erkek eşitsizliğini ortadan kaldırdığınız zaman zihinsel bir dönüşümle sağlanabilir”(1) demiş.

Haberleri, raporları okurken aklıma Hıncal Uluç’un Defne Joy Foster’in ölümü üzerine yazdığı gerici yazı da geldi. Uluç’un evli, bebekli kadınların eşlerinden ayrı gezmemeleri, hele hele bekâr arkadaşlarının evlerine gitmemeleri gerektiğini buyurduğu, çok çirkin bir dille kaleme alınmış yazısını okuduktan sonra günlerce uyuyamamış ve hayatımda ilk kez böyle bir konuda yazmıştım. Özgürlük alanımızı daraltan, can güvenliğimizi tehlikeye atan gericilik, topraklarımızda işte bu kalemler tarafından da besleniyordu. Uluç’un “Yaşamdan Dakikalar” isimli kültür, sanat programından atılacağını düşünmüştüm ancak ne yazık ki böyle bir şey olmamıştı.

Prof. Acar’ın sözünü ettiği zihinsel dönüşümün gerçekleşmesi için gericilik kadar dikkatimizi, tepkimizi çekmeyen bu tür yozluklarla da savaşmalıyız. Oynadığı cips reklamı, ‘ürünle bağlantısız beden’ kullanımına örnek olan Beren Saat’in de bundan sonra yer aldığı işlerde kadının temsili konusunda daha duyarlı olacağını, dahası öncü işlere imza atacağını umuyorum. Bizler de kadın bedenini cinsel obje olarak kullanan ürünleri almaz, o gazeteleri okumaz, bu konuda genel olarak duyarlı olursak müthiş bir toplumsal arınmaya ön ayak olabiliriz. Güldünya’dan Özgecan’a, katledilen tüm kadınlara bunu borçluyuz.


(1) usak.org.tr/images_upload/files/12- 01%20kadına%20yönelik%20şiddet.pdf
(2) akademik.maltepe.edu.tr/~osmanurper/rek.img.anlz/reklamc%FDl%FDkta%20kad%FDn%20bedebi%20temsilleri.pdf