İnsanca yaşamak ve Sol Cephe

Juneau, Alaska’ya döndüm. Her yer kar. Van depremi sonrası ne zaman buzula gitsem yüzümde beliren sevince çok geçmeden burukluk gölge ederdi. Nerde olursa olsun üşüyenleri düşününce dünyanın adaletsizliğinden çatlardı ellerim soğuktan değil. Türkiye’den dönmeden önce de sık sık Van’da üşüyen insanlarımızın haberlerini okudum. Aklıma aylarca kullanılmayan yazlıklar geldi. Bir yerde başını sokacak sıcak bir çatıya sahip olmayanlar, diğer yanda birkaç ay kullanmak için ve çoğunlukla yaban hayatını da evinden ederek yapılmış konutlar. Ne kadar düşünürse insan, o kadar utanma duygusu sokuluyor içe. Beyaz, adaletsizlikleri en iyi hissettiren renk belki de.

Ya ateş kızılı? Hiç üşümeyen, utanmayan, işte bu nedenle büyük bir pişkinlikle yolsuzluk yapabilenlerin haberleri gündemimize düşmüşken bir insanımız kendini Meclis önünde açlıktan ateşe verdi. İnsan çaresizliğini en keskinleştiren midir açlık? İnsanların açlığını, çaresizliğini siyasi amaçları için sömürenlerin zalimliğinin akla cehennem ateşlerini, kuyruklu şeytanları getirmesine şaşmalı mı?

İşsizlik korkusu, aç kalma korkusu derken sömürü, baskı ve haksızlıklar altında ezilen yaşam alanlarına, yaşamına sürekli müdahele edilen halk... Ve sonra kıyametin üzerine kolkola, şarkılarla yürüyen bir halk. Korku dahil tüm insanca duyguları taşıyarak çağlayan insanlar. Çağlayandan bir adım ötede yürüyen ve ateşi yiyenler ölümsüzlükte yerlerini alan direnişin gençleri.

Yürüyüş, direniş bitmedi. Her yanımız yalanla, yolsuzlukla, rantla, talanla doluyken, bilime kulaklar bunca tıkalıyken, siyasi etiğe sahip olmayanlar yerlerinde otururken nasıl bitebilir ki? Sınıfsız, sömürüsüz, aydınlık bir gelecek için bilginin rehberliğinde direnme gücümüz de sönmedi. Daha ileriye yürüyebilmek için haksızlıklara uğrayan herkesi kucaklayan Sol Cephe kuruldu. Örgütlü direnmek ve siyasete müdahele etmek için siyasi partilerin ötesindeki bu çatıda toplanabiliriz.

Bunca yol geldikten sonra güçten düşmemeli, tersine daha da güçlenmeliyiz. Bizi ayıran şeylerle konuşmayı adet edenlere inat, bizi birleştirenlerden söz etmeliyiz. Bizleri en çok birleştiren şey insanca yaşama ihtiyacı değil midir? Farklılıklarımıza göre ihtiyaçlarımız değişebilir ama kimsenin aç ve yoksul kalmaması, eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanabilmesi, sömürüye ve baskıya uğramaması ulaşılması zor bir hedef mi?

Çeşitli engelleri ve farklılıkları olan insanlardan yalnızca günün belirli günlerinde söz edilmesine öylesine alıştık ki, sorunlarının pek farkında değiliz. Oysa bilsek tüm farkılıklarımızla hepimiz için daha fazlasını, örneğin sınıfsız ve bilimi içselleştirmiş bir toplumu isteyeceğiz. Bu toprakların tüm körleri, tüm eşcinselleri, tüm şizofrenleri tek bir etnik kökenden olamayacağına göre onların yardımıyla belki emperyalizmin işine gelen kimi farklılıklarımızı da yalnızca zenginliğimizi vurgularken hatırlayacağız. Açlığa, yoksulluğa, soğuğa, türlü zorluklara karşı direnen emekçilerle birlikte tüm yaşamları boyunca direnen körler, eşcinseller, şizofrenler ve yaşamı zorluklarla savaşarak geçen daha nice güzel insanı hatırlamak, onlarla birlikte savaşmak, direncimiz sönmeye başladığında çıra görevi görmez mi?

Bunca yalan, dolan arasında camide içki içilmediğini söyleyen imam geldi aklıma. İster inançsız, ister inançlı olalım dürüst olmak ve yalanın karşısında durmak değil mi bu örnekte de bizi birleştirecek olan? Diğer yandan güneşe akın etmiş direnişçilere “marjinal” diyen eski AKP’li Lütfü Savaş’a kendimizi yakın hissedebilir, 3 gencini toprağa veren Antakya’da CHP belediye başkanı adayı olmasını normal karşılayabilir miyiz?
Gün bizleri birleştirip güçlendirecek değerlerin peşinde koşmanın günü. Örgütlenerek ve sap ile samanı birbirinden ayırarak. Direnişte ölen gençlere ve güneşli günleri hakeden tüm çocuklara borcumuz değil mi bu?

* * *

Birlikte yürüyerek güneşi zapt edeceğimiz bir yeni yıl dileklerimle…