EXPO kaybının kazandırdıkları

Farklı kesimlerden pek çok insanı buluşturan, İzmir’in en yaban alanlarından İnciraltı’nın yapılaşmasının önünü açacak olan EXPO 2020’yi kaybettiğimize sevindiğimi gizleyemem. Pelikan gözleyerek yürüdükten sonra dalından mandalina koparıp yiyebileceğimiz kaç şehrimiz var?

Gün bizleri birleştiren şeylerden konuşmanın günü değil mi? Yaban hayatı bizleri birleştirmiyor mu? Kuş gözleminden pikniğe, hepimiz şehrin paslandırdığı içimizi böyle yerlerde ferahlatmıyor muyuz? Gün uygarca gelişmenin, tam da bu nedenle kimi zaman “gelişmemenin” günü değil mi? Gün gelişmekten yalnızca rantın, yapılaşmanın anlaşıldığı zihniyetleri aşmanın günü değil mi?

Kayanın yanında patlayan yabani çiçeklere bayılıyorum. Arıdan kuşa, pek çok canlının yardımıyla bir karış toprakta bir parça yağmur suyuyla büyüyen çiçeklere…Tüm şehirlerin tarihinde tüyleri diken diken eden bir yaban hayatı kıyımı var. Tilkilerin, fokların elinden aldığımız topraklar, dereler, tepeler…New York gibi parklarına hayran kaldığımız pek çok şehir için de gerçek bu. Kıyımın çok eskiden olmuş oluşu, aslında algımızda oyunlar oynayabiliyor. Yabani olan ile insan eliyle olan arasındaki farkı görmezden gelebiliyoruz. New York’un kondurulduğu toprakların ilk sahipleri olan yerlilere sorsak kimbilir onlar örneğin Central Park için ne der? Her tür yerleşim için zaten yeryüzünü yeterince hırpaladık, artık duralım. Var olan yapılaşma içinde bize, çocuklarımıza, en azından insanla birlikte yaşayabilen canlılara nefes aldıracak düzenlemeler yapalım ama sınırımızı aşmayalım. Kaya yabani çiçekleri ezmesin. Şehirlerin yabanın içine kurulduğunu, yeryüzünün yalnızca bize ait olmadığını hatırlayalım. İnsan eliyle yapılan ağaçlandırmaları önemseyelim ama istersek çevremizi yabani çiçeklerin sarabileceğini unutmayalım.

Yaşamımıza yapılan tüm hoyrat müdahelelere karşı cesaretle direniyoruz aslında. Bizler toprakla, yabanla bağını tamamen kaybetmiş insanlar değiliz. Kaybetmiş olanlarımız olabilir ancak işte İnciraltı gibi alanlar bunu hatırlayacağımız yerler. Bizi yönetenlerin bilinçli ya da bilinçsiz olarak yapmaya çalıştıkları yabanla aramızdaki güçlü bağı zayıflatmak. Yabanla bağı azalan herkesin satın alınamayan şeylerle olan ilişkisi de zayıflamaz mı? Ülkemizin dört yanında dereleri, ormanları için direnenler aynı zamanda adalet, ahlak için direnmiyorlar mı?

Bilgi ise ayrı bir konu. Ülkemizin insanları bazı ülkelere göre kelebeklerini, kuşlarını daha az tanıyor olabilir ancak örneğin müzelerimizin azlığı da bunun bir nedeni sayılmaz mı? Bir şehir parkı için direnen insanlar pekâla nesli tükenmekte olan bir kuşun üreme alanı için de direnirler. Alageyikten parsa, uzun balinadan kara akbabaya mutheşem doğal varlığımız için direnirler.

Elinde siyasi güç bulunduranların pek azı yabana bizler gibi bakıyor. Ara sıra en büyük çevrecinin kendileri olduğunu söyleseler, hatta Kızılderililerden söz etseler de ülkemizin yaban hayatının iştahlarını kabarttığı ortada. Yeniden meclis gündemine sokulan “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı” bunun kanıtı değil mi?

Aynı zamanda sit alanı olan İnciraltı Kent Ormanı’nda son yürüdüğümde flamingo, balıkçıl, düdükçün görmüş ve Kuş Cenneti ile birlikte İzmir’in ne kadar şanslı olduğunu düşünmüştüm. İnciraltı ve İzmir için tüm tehditler savuşturulmamış olabilir. Ülkemizin pek çok bölgesi için de. Direnmeye devam ederken güç birliği yapmamız gerek. İnciraltı için İzmir Güzelyalı Halk Forumu’nu (guzelyaliforum.wordpress.com) ve Mimarlar Odası İzmir Şubesi’ni (izmimod.org.tr) takip edebilirsiniz. Bizi buluşturan parklarımız ve yaban hayatımız için direnen herkese teşekkürler. Direnmeye devam!