Denizaslanları, kapitalizm, biz...

Geçtiğimiz hafta, bir gece limana sokulan bir balinayla karşılaşma öykümüzü anlatmıştım. Sonradan 2 birey olduklarını ve iki hafta boyunca limana uğradıklarını öğrendiğimiz Kambur Balinalar meğer çok görkemli bir doğa olayının habercisiymiş.

Balinanın peşinden rıhtıma indiğimiz gecelerde suyun üzerinin küçük balıklarla kaplı olduğunu pek de şaşırmadan farketmiştik. Lambaların ışığı altında hareket eden bireyler suda gümüşi izler bırakıyor, sürü simli iplikle örülmüş siyah bir battaniyeyi andırıyordu.

Bunlar ringa balığı yavrularıydı ancak bilimcileri şaşırtan bir yoğunluktaydılar.  İşte başta bu yavru balıklar ve elbette limanın sularının türlü derinliklerinde yaşayan gibi daha pek çok çeşit canlı (yumuşakçalar vs) bu dönem boyunca balinalar dışında pek çok avcı türü daha limana çekti.

Steller denizaslanlarının (Eumetopias jubatus) ve Liman foklarının (Phoca vitulina) kışın limanda sürüler halinde avlanması olağandı aslında, geçtiğimiz yıllarda biz de  şahit olmuştuk ama bu kez özellikle denizaslanları çok kalabalıktı. En az 3 grup halinde dolanan, yaklaşık 80 bireyden oluşan denizaslanları özellikle fotoğrafçıların ve haberleri duyarak gelen halkın (çocuklarını getiren aileler, öğrencilerini getiren öğretmenler) en çok ilgisini çeken gruptu çünkü en başta en hareketli grup onlardı. Tek bir denizaslanının bile nefes alışını oldukça uzaktan duyabilirsiniz. Burada yaşayan canlılar içinde balinalardan sonra nefesiyle varlığını en güçlü duyuranlar onlar  Grup halinde su yüzeyine çıktıklarında her birinin nefes verişi hem havada geniş bir sis bulutu oluşuyor hem de ses tüm rıhtımda yankılanıyor. Bunun ne denli heyecan verici bir görüntü olduğunu şu videomuzda (https://www.youtube.com/watch?v=anHdG8uTFL4) da görebilirsiniz. Özellikle grup halinde çıkarttıklarında irkilmenize dahi neden olabilecek bağırtılarını ise gece limanın içindeki evimizden bile duyabiliyoruz.

Yaklaşık 20 bireyden oluşan, kimi zaman tek başına gezen Liman fokları daha sessiz ve denizaslanları kadar akrobatik değil. Kimi zaman yalnızca başları suyun üzerinde oluyor ve sonra başlarını sessizce suya geri çekerek gözden yitiyorlar. Dinlenmenin yanı sıra gözleriyle derinlikleri daha iyi kolaçan etmek için sırt üstü yüzerken çok sevimli görünüyorlar.Üzeri benekli beyaz kürkleriyle balık sürülerinin siyah rengini kırışlarını, balıkları kaçıştırmalarını izlemek ise çok keyifli (insanların denizaslanlarına ne kadar yakın olduğunu gösteren, bir fokun da sonlara doğru görüldüğü videoyu  şu adreste izleyebilirsiniz) https://www.youtube.com/watch?v=b-t5BRrlqN8 

Liman fokları (Phoca vitulina) Foto: Özgür Keşaplı Didrickson

Denizaslanlarının her anlamda baskınlıklarını ilan ettiği günlerde yine de bence en şaşırtıcı olan deniz kuşlarının sayısındaki artıştı. Limana her gelişimde birkaç birey olarak gördüğüm, Juneau kıyılarında her zaman yalnızca küçük sayılarla gördüğüm Marbled murrelet (Brachyramphus marmoratus)  Common Murre Uria aalge gibi türler (Bizde görülmedikleri için Türkçe isimlerini veremedim) bu kez sayması güç, büyük gruplar halindeydi. Hem rıhtımın iç kısımları hem de teknelerin dışında, okyanusun üzerinde sayısız kuş vardı. Nerdeyse her gün rıhtıma gözleme gelen bilimci, doğasever dostlarımla konuştuğumda, gazeteleri okuduğumda da doğrulamış oldum.  Açık denizde, üredikleri bölgelerde yüksek sayılarda görülebilen kimi deniz kuşlarını onlar da limanda, genel olarak bu denli kıyıda bu sayıda ilk kez görüyorlarmış. Gazetecilere en az 50 yıldır Juneau'da yaşadığı halde bu manzarayla hiç karşılaşmadığını söyleyen bilimciler oldu.

Limanda diğer bazı kuş türlerinden de (tarakdiş, altıngöz, balıkçıl ve dalgıç gibi) kış mevsiminde olduğu gibi az sayıda vardı. Denizaslanı ve fok sürülerinin içinde gezmekten çekinmeyen, onların ve büyük balıkların su yüzeyine doğru çıkarttığı, hatta kaçmaya çalışırken havaya fırlamasına neden olduğu balıkların çoğu ise sesli martılar tarafından kapılıyordu.

Limanda bunca çok kuş olmasının nedeni olarak bilimciler, büyük olasılıkla aynı anda birden fazlasının geçerli olduğu çeşitli teoriler ortaya attılar. Yavru balıkların balinalardan kaçıyor olabileceği, özellikle ringa balığının geçen sene iyi bir yumurtlama dönemi geçirmiş olabileceği; ılık geçen bir bahar ve El Nino nedeniyle eriyen karın suya daha çok besin taşımış olabileceği gibi.

Deniz kuşları (Common Murre / Uria aalge) Foto: Özgür Keşaplı Didrickson

Yazımı limanda neden bu kadar çok balık olduğunu açıklamaya çalışanların görüşleriyle bitirmek istemiyorum. Geçen haftadan beri belki sizi ülkemizin acı ve kaygı verici ortamından 10 dakika için uzaklaştırmaya (savaşa güçlü dönmek üzere elbette) çalışıyorum ama elbette solcular olarak soru işaretlerinden uzun süre uzak kalmamız mümkün mü? İyi ki de değil, öyleyse bu deneyim üzerine yeniden aklıma düşen sorulara sizi ortak etmeye çalışayım;

Teknelerin arasında sıçrayan özgür denizaslanlarının, sırt üstü yüzen özgür fokların hemen yanında yürümek çok büyük bir keyif, çok büyük bir ayrıcalık. Özellikle egzotik, “karizmatik” olarak görülen ya da balina gibi tüm dünyada herkesin gözdesi olan hayvanlara özgür ortamlarında yakın olmayı isteyen sayısız insan var.  Bu nedenle her yıl milyonlarca insan tam da bu hayvanlara yakın olmak, bizim Auke Limanı gezilerimiz sırasında hissettiklerimizi hissedebilmek için para harcıyor. Maddi geliri yüksek olanlar gözlem turlarına inanılmaz miktarda para ödeyebiliyor, kilometrelerce uzağa seyahat edebiliyor (Afrika’ya karadaki aslanları görmeye, buraya ayı görmeye gelenler vs). Para vermeniz karşılığında pek çok  araştırma çalışmasına kabul edilmeniz bile mümkün. Elbette söz konusu miktarlar bir gözlem turuna vereceğinizden çok daha fazla. Pek çok kurum bu para sayesinde araştırmaları için maddi destek de sağlamış oluyor ancak tablonun “Parayı veren düdüğü çalar” dan pek farklı olmadığı da ortada.

Ya parası olmayanlar?

Eh, onlar da hayvanat bahçelerine, akvaryumlara, yunus parklarına gidiyorlar. Her şeyi satılabilir, ulaşılabilir yapmakta usta kapitalist düzen elbette hayvanları, doğayı çok uzun zamandır paketlenir, tüketilir hale getirmiş.

İnsanlar neden bu tuzağa düşmüş? İnsan neden doğadan uzağa düşmüş, uzağa düştüğünü düşünmüş? Neden kendini doğadan ayrı görmeye başlamış? Bu konular derin, daha çok soru sorulabilir.

King Kong filminde New York’a getirilen dev goril gibi canlıların teker teker ormanın, okyanusun derinliklerinden koparıldığı, para karşılığı görücüye çıkarıldığı, hayvanat bahçelerini ve aslında sonra doğa turlarını doğuran bu hazin öyküde elbette emperyalizm de var.

Yaban hayata yakın olmayı istememiz aslında iyi bir şey değil mi?

Elbette iyi bir şey. İnsan doğanın bir parçası. Bir anlamda genlerimizde gizli, kaybetmesi olanaksız bir bağ var doğayla ve hayvanlarla aramızda. Hiç de alınır, satılır bir şey değil. Ve en önemlisi bizi birleştiren bir şey. Uzak düşmediğimiz, uzak düşürülmediğimizde...

Haberler nedeniyle huzursuz bir halde yazımı bitirmeye çalışırken King Kong bana yalnızca kafesteki gorilleri, aslanları hatırlatmıyor. Amerikan yerlileri, kölelik...Uygar insan, ilkel insan; hayvan, insan... Apaçe, Tlingit.... Kürt, Türk...