Darboğazı direnişle aşmak

Bir dönem çok gittiğim Hatay ve sayısız güzel anım, Reyhanlı’dan beri sık sık aklıma düşüyor. Savaşa susamışların yeni hedefi Suriye sınırındaki bu ilimiz, direnişle birlikte aslında hepimizin yüreğine kazıldı. “Direnişle” demeden önce “doğallıkla” yazmayı düşündüm bir an ancak Hataylıların Reyhanlı’dan beri gösterdikleri direnci doğal görmek cesaret, kararlılık ve birliklerine haksızlık olmaz mı? Önce Abdullah, sonra Ali ve en son Ahmet ile birlikte 3 gençlerini yitirdiler. Toprağın bile isyan edeceği bu acıyla direnmeye devam etmek, Hatay halkının etlerini, tırnaklarını geleceğe geçirdiğini gösteriyor. Hatay’ın güzel insanları hepimizin geleceği için direniyor.

Hatay’a yine kuş göçü üzerine yapılan bir tez çalışmasına destek için gitmiştim. Sürekli kanat çırparak (aktif) göç eden küçük kuşların aksine leylek gibi geniş kanatlı kuşlar göç sırasında süzülerek (pasif) uçarlar. Onlara büyük enerji tasarrufu yaptıran süzülmeyi, karalar üzerinde oluşan sıcak hava akımlarına (termaller) borçludurlar. Gündüz oluşan bu sıcak hava akımlarının içine giren kuşlar döne döne oldukça yükseğe çıkabilir ve uygun koşullarda bir günde süzülerek 400 km kadar gidebilirler. Termaller deniz üzerinde oluşmadığı için su kütlelerini geçmeleri gerektiğinde bunu en dar noktadan (darboğaz) yaparlar. Yüksek dağları geçerken de alçak geçitleri kullanırlar.

Süzülen kuşların karaya bağımlı olan göç yolları, Avrupa ve Afrika arasında bir köprü konumunda olan ülkemizi geçerken 3 darboğazda yoğunlaşır İstanbul (Boğaziçi), Artvin (Borçka) ve Hatay (Belen). Bu noktalardan bir göç mevsimde yüzbinlerce kuş geçer. Bir gün içinde binlerce kartalı, leyleği birlikte süzülürken görebilirsiniz.

2000’de Hatay’ın çeşitli noktalarına dağılmış süzülen kuşların göçünü kaydetmeye çalışırken gökyüzünde işte böyle muhteşem manzaralar görürdük. Ya yeryüzünde? Gözümüzde dürbün, leylekleri yüzer yüzer sayarken en çok çocuklar gelirdi yanımıza. Hassa’nın bir köyünde kayalıklara keçiler gibi tırmanarak yanımıza gelen çocukları hiç unutmuyorum. Defterime isimlerini ve -Kürtçe “Seni seviyorum” ne demek diye sormuşum ki- “Az da hazdıkam” yazmışlar. Fırsat bulduğumda kuzu sevmeye çalışmış ama koştur koştur yakalayamamışım. Bir gün anneleri, bir gün çocuklar yakalamış kucaklayıp sevmişiz.

Antakya, Belen, İskenderun… Tez çalışması ve öncesinde en çok gittiğim diğer ilçeler… Hava kararana kadar yanımızdan ayrılmayan, otobüsle dönüş zamanı bizi hüzünle uğurlayan kimiyle bir süre mektupla yazıştığımız çocuklar... Aradan 13 yıl geçmiş. İşte tam direniş gençlerinin yaşındalar şimdi. Nerdedirler, nasıldırlar?

Defterimde Kürtçe ile Arapça “seni seviyorum” karşılıklı sayfalarda yazılıymış. Ekipten Hataylı bir arkadaşımız yazmış: “Ena behabbik Ena behabbek.” Boğaziçi lokantası diye not düşmüşüm. Zahter salatası, künefe yemişizdir muhakkak. Muhteşem bir kültür ve tarihe sahip bu ilimizin müzelerine, kiliselerine de gitmişiz insanlarından doğasına Hatay’a bayılmışız.

Termalde bir arada dönen, süzülen kartallar, leylekler farklı yerlerde kışlıyor, farklı yerlerde üreyecek. Aynı yerde üreyecek olanlar besin, yuva peşinde belki birbirleriyle çetin rekabet edecekler. Ancak yaşamda kalmak için önce birlikte o darboğazlardan geçmeleri gerek geçiyorlar. Üzerimizde diktatörlük kuran, bizi istemediğimiz bir savaşa sürüklemeye çalışan AKP hükümetini aşmak da belki darboğaza benziyor. Direnen halkımız termalleri oluşturuyor. Hele görkemli sonbahar göçü sürerken gökyüzünde ve yeryüzünde birlikte direnmenin simgesi Hatay halkı…

Hemen sonra yolumuza gidecek olsak da önce birlikte bu termalleri yakalayarak darboğazdan kurtulmalıyız. Halk üzerine düşeni yapmıştır, termallerin boşa gitmemesi için sorumluluk artık iktidarı hedeflemesi gerekenlerindir.