Bilimi dinden kurtarmak

Geçen hafta, dinci gericiliğin ülkemizde nicedir güçlü soluduğunu hatırlatan bir örnek olarak, AKP henüz iktidara gelmemişken, yaşadığım korkutucu bir olaydan söz etmiştim. Geldiğimiz noktada dinci gericiliğin karanlığı, beyinlerden bedene her yana kolaylıkla uzanıyor. Özellikle eğitim alanında yaşanan gelişmeler kaygı verici. Çocukları ve gençleri bu karanlıktan korumayı, dahası ondan kurtulmayı nasıl başaracağız? Bilimi öğretmek yapmamız gerekenlerin başında geliyor olsa gerek.

Hemen her yerde dinci gericiliğin -genel olarak dinin- karşısına bilimi koyuyoruz. Dünyada da genel olarak böyle. Bilim ve din yoğun tezahüratımız altında iki boksör gibi dövüştürülüyor. Aynı sikletten olmayan boksörler gibiler oysa dövüşmeye niyetli oldukları da şüphe götürür. Bilimin ne olup olmadığını bilmediğim yıllarda, ben de onları tereddütsüz boks ringine koyanlardandım. Bilimin köşesinde dövüşmek için formam da hazırdı. Dinci gericiliğin yaşamımız üzerine düşen karanlığına öfkeli bir ateisttim.

Varlığı ya da yokluğu bilimsel yöntemlerle test edilemeyen konuların -örneğin din çatısı altında ele alınan her şey- bilimin uğraş alanında yer alamayacağını ilk olarak üniversitede, evrim dersinde okuduğumuz kitaptan öğrenmiştim. Anlaşılır nedenlerle, sorgulayan ve sorgulamayan beyinlerin çarpışması, ezelden beri savaşır görünseler de, bilim doğa kanunları, din ise doğaüstü olaylarla ilgili olduğu için aslında kulvarları ayrıydı birbirlerinin düşmanı sayılmazlardı. Herkesin kendini bilir bilmez öğrenmesi gereken bilim tanımıyla gözeneklerim açılmıştı. Ateistliğimin bilimsel bir duruştan çok, gördüklerime verdiğim tepki olduğunun da farkına varmıştım. Yokluğunun kanıtlaması mümkün olmayan şeyler için, kesin bir dille konuşulması da -örneğin Tanrı yoktur- bir tür inanca sahip olmak demekti. Bir bilimci inançlara, sezgilere göre değil bilgiye, eldeki ölçülüp tartılabilir verilere dayanarak görüş bildirirdi. Bu bilgiler ışığında ateistlikten agnostikliğe geçmiştim. “Bilinemezcilik” olarak da bilinen agnostisizme göre, bir yaratıcının var olup olmadığına dair soru yanıtlanamaz, bir yaratıcının olup olmadığı bilinemez.

Bilimin düşmanını yok edecek bir savaşçı olarak konumlandırılmasından da, özel yaşamımızla ilgili olması gereken inanç konularının yaşamın her alanında türlü baskılarla karşımıza dikilmesinden de bunalmış biri olarak yüklerimden kurtulmuştum.

İnandıkları bir yaratıcı adına düşünmeden katliam yapabilen, savaşlar çıkaranlarla aynı kefeye koyacak değilim ancak bilimsel olmayan açıklamalar, alaylı ve küçümseyici tavırlarla ateistlik propagandası yapanlar da kaygı duymama neden oluyor. Ülkemizi her türlü gericilik kuşatmışken bile, bilim yapmaya soyunanlar arasında aşırma, yalan, halkı kandırma, kibir ve bağnazlık gibi davranışların pek de nadir görülmediğini öğrendim. Meslektaşından ve halktan kendini üstün gören bilimcilerden midem bulandı. Televizyonlarda da sıklıkla karşımıza çıkan bu davranışın, bilime büyük zarar verdiğini ve kibirli, topluma karşı sorumluluk hissetmeyen bir bilimci algısı yarattığını düşünüyorum. Herkesin eşit eğitim fırsatına sahip olmadığını, din gibi konularda tutumumuzu belirlemede ailemizin, yetiştiğimiz çevrenin büyük önem taşıdığını, bilimden söz edip duranlar göremiyor mu? İnsan psikolojisi bilim alanına girmiyor mu? Birini aşağıladığımız zaman, sağlıklı iletişimin, dolayısıyla iki taraflı bilgi akışının önünü tıkadığımızın farkında değil miyiz? Sağlıklı bir iletişim kurmadan dünyayı daha adil ve güzel olacak şekilde değiştirip ilerleyebilir miyiz?

Coğrafyamızda laikliğin ağır yenilgiye uğraması ve dinci gericiliğin güçlenmesi karşısında, ellerine ovuşturanlar o kadar çok ki, ilerlemek için ışığa ihtiyacımız var. Bilimi bir an önce boks ringinden kurtarıp, bilimin özgürce nefes almasını sağlamalıyız.