Bilimde emperyalizmin izleri

“Manevi mirasım bilim ve akıldır” diyen Atatürk’ün ölüm yıldönümü vesilesiyle emperyalizmin bilim alanına etkisinden söz etmek istiyorum. Mustafa Kemal’i sevdiğini söyleyen herkes onun gibi antiemperyalist değil ne yazık ki. Bilime, bilimcilerin sorunlarına da yeterince önem vermiyoruz. Ancak direniş sırasında çok önemsediğimiz orantısız zekâmızla Atatürk sevgisinden hepimizi ileriye taşıyabilecek bir akıntı oluşturabiliriz. Emperyalizm, kendini ilerici olarak tanımlayanların ortak düşmanı, bilim ise ortak ışığı değil mi?

Kuşlarla ilgili araştırmalar sırasında sık sık yabancı yardımcılarla birlikte çalıştık. Ne yazık ki zamanında derneğimize karşı yapılan lobi faaliyetleri sonucu istesek de yerli yardımcı bulmakta zorlanıyorduk zaten. Ülkemizde yaban hayat çalışmalarının geçmişinin çok kısa oluşu, köklü geçmişe sahip ülkelerden gelen her insanın bizden üstün olduğunu göstermez. Ne yazık ki bu tuhaf duyguya kapılarak bizi ve/veya çalışmalarımızı aşağılayan pek çok kişiyle tatsız olaylar yaşadık.

Canımızı en çok Avrupa’nın batısından gelen kibirli insanlar sıkardı. Ulusal Halkalama Programı’nın (UHP) kurulmuş oluşuna ve eskisi gibi denetimsiz çalışamayacaklarına çok içerlenmiş görünüyor buna saygısızlık, hatta terbiyesizlikle karşılık gösteriyorlardı. Bir milli parkımızda çalışırken halkalama masasını düzenli tutmaya özen göstermelerini söyleyince karşılığında küfreden gittiğimiz yerden onların arabasıyla döneceğimiz için içki içmemeleri konusunda uyarınca “Sonumuz Geceyarısı Ekspresi filmindeki gibi mi olur?” cevabını verenler gibi örneğin.

Kuş gribi çalışmalarımızı da uluslararası ortaklıkla yürütmüştük. Çalışmalar için gönderilen uzmanlar genelde bizden birkaç kat fazla maaş alıyorlardı. Yerel dili bilmeyen, organizasyonda yer almayan, uzman olduğu söylenen konularda da her örnekte bizlerden daha bilgili olmayan kişilerin emeği bizimkinden daha değerliydi! Bu durumu haksız ve mantıksız bulan yabancı dostlarımız da olurdu.

Bir keresinde veteriner hekimlerle birlikte yaptığımız uzun bir çalışmanın hemen başlarında İngiliz ekip liderine grup olarak yaşadığımız ve onun bir türlü fark etmediği sorunlarımızı iletmiş, çözmesini istemiştik. Ne yazık ki öngördüğümüz şeyler yaşanana kadar söylediklerimizi dikkate almamış, sorunlar baş gösterdiğinde ise bizi halkalama yöntemimize kadar aşağılamıştı. Polonya yöntemini kullandığımız için bir batılı tarafından ilk kez aşağılanmıyorduk zaten. Öğle saati arazide rakı bardağıyla gezen diğer “uzman” ise bana ve bir diğer arkadaşımıza bağırmıştı! Hem suçlu hem güçlü olabiliyorlardı. Ülkemiz bağımsız sayılır mıydı?

Yine de en kötüsü emperyalizmi bilim alanında tanıyamadığı ya da yabancı hayranlığı hastalığına yakalandığı için “emperyalizm ve yerli işbirlikçileri” deyişini hatırlatır şekilde bu aşağılamaları görmezden gelen ve/veya onlara karşı koyarken güç birliği yapmayan arkadaşlarımızın varlığıydı.

Birkaç yıl önce Türkiye’deki kuşlarla ilgili İngilizce yazılmış yakın tarihli bir kitabın çeviri ekibine dahil oldum. Bir de ne göreyim, bizim derneğin pek çok kaydına kitapta yer verilmemiş! Ne üzücü ki, yabancılar tarafından 100 küsur yıl önce yapılan gözlemler günü gününe verilirken, bizim kimi nadir tür kayıtlarımız “Tarih bilgisine ulaşılamamıştır” gibi notlarla verilmişti. Oysa kimse UHP ofisini arayıp bizden bilgi istememişti! Kuş gözlemcilerinin elinde dolaşacak bu kitabı basmadan önce ne Türk ne de yabancı yazarlar lütfedip Türkiye UHP’ye ulaşmamışlardı! Kitabı okurken yabancı yazarın Hatay’da yaptığı ve UHP olarak duymadığımız bir halkalamadan da haberdar olmuştuk!

Bizler örneğin Fransa’nın bir Milli Parkı’na gitsek, Fransa kuşları hakkında bir kitap hazırlamak istesek böyle davranabilir miyiz? Düşmanın ortaklığını hatırlatan kritik soru ise belki şu “Bizim hangi etnik kökenden olduğumuz, onların bu davranışlarını değiştirir miydi?”