Amerikan yerlilerinin yitik dilleri

Geçtiğimiz hafta gazetemizin Kitap Eki’nde Kızılderili edebiyatından söz edilmesi, eşi Tlingit kabilesinden bir Alaska yerlisi olan beni çeşitli konularda düşünsel yolculuklara çıkardı. En başta “Kızılderili” kelimesi üzerinde yeniden düşündüm. Eşimle ilk tanıştığımızda ona farkında olmadan farklı kabilelerle ilgili sorular sorar, kimi sorularımı yanıtlayamadığında şaşırırdım. O da bana şaşırır kültür, dil ve daha pek çok açıdan birbirinden farklı olan binlerce kabileyi tek bir bütün olarak algılamamızın tuhaf olduğunu söylerdi. Ve sorardı “Yunanlar ve siz birbirinize çok benziyorsunuz demek ki aynısınız” deseler itiraz etmez misiniz? Eşim “Kızılderili” kelimesini “Avrupalı” ile benzer gördüğünü de belirtirdi. Avrupa’da yaşayan bir sürü farklı halk gibiydi onlar da.

Bunların yanı sıra “Kızılderili” kelimesi anlam olarak da yanlış olduğu için kesinlikle kullanmamaya başladım. Oyma yapan eşimin Türkiye’deki sergisinin ismini pek çok nedenle “Alaska yerli sanatı” olarak belirlemiştik. Sergi sırasında gelip “Eşiniz Kızılderili mi” diye soranlar oldu. Hatta bir keresinde sergimizin afişinde “yerli” kelimesinin yanına parantez içinde “Kızılderili” yazılması uygun görüldü. İletişime önem verdiğim için bu deneyimlerden sonra gerekli gördüğüm zaman bu kelimeyi kullanmaya başladım. Ancak eşimin sözlerini ve birbirinden farklı halkları her zaman aynı kapta değerlendirmemizin sonuçlarını unutmamaya özen göstererek...

Dünyada totemleri bilmeyen ve Kızılderililerle özdeşleştirmeyen herhalde yoktur ancak ne yazık ki totem yapan kabilelerin adlarını bilen de pek yoktur. Totemleri yalnızca Tlingit, Haida ve Tsimshian kabileleri yapar ve onlar çadırlarda değil ağaç evlerde yaşamışlar. Totemler, Kızılderililerin ortak zenginliği diyebileceğimiz sözel kültürün bir parçası. Bir mit, anonim bir öykü, önemli bir olay, oyulan desenlerle anlatılıyor. Sözcüklerin yerini figürlerin kalemin yerini kunduz dişinin, oyma bıçağının aldığını düşünebiliriz.

Sözcükler... Sözel kültürde nefese, yazılı kültürde kağıda işlenen boncuklar... Boncukların zihnin ipine serilmesinden mi oluşur edebiyat dediğimiz güzellik? Sizden sözcüklerinizi alırlarsa edebiyatınız neye benzer? Boncukları saçılmış bir kolyeye mi?

“Kuzgun dilli insanların arasında” başlıklı yazımı okumuş olanların hatırlayacağı gibi Tlingit dili günümüzde yok olma tehdidi altında. Yaklaşık 15 bin Tlingit yaşıyor ama dilini bilenlerin sayısı 200’den az. Üstelik bu sayının içinde 60 yaşın altında olan çok az kişi var. Eşim dilini yeni yeni öğrenmeye başladı. Öğretmenleri ise saçılmış boncukları hȃlȃ gocunmadan toplayan güzel insanlar. Bu durumda ne yazık ki çok az sayıda edebiyat eseri Tlingit dilinde yayımlanıyor ve okuyucuya ulaşıyor. “Kızılderili Edebiyatı” içinde değerlendirilen eserlerin büyük çoğunluğunun yerli dillerini neredeyse yoketmiş kültürlere ait dillerde yazılmış olması da aslında bir yanıyla acıyı arttırıyor. Hatta kitap ekindeki dosyada Forrest Carter adıyla anılan ve Kızılderili edebiyatın denildiğinde günümüzde de ilk akla gelen yazarlardan olan kişinin aslında ırkçı Ku Klux Clan üyesi Asa Earl Carter adlı bir beyaz olduğunu belki de kirli geçmişine sünger çekmek adına Cherokee öykülerini kendi çocukluğuymuş gibi sunduğunu belirtmek gerek.

Bunları düşünürken aklıma modern edebiyatın büyük isimlerinden İrlandalı Samuel Beckett geldi. Ne yazık ki onu da kendi dilinden tanımıyoruz. Yerlilerden söz ederken aklımıza Beckett geliyorsa Kızılderili kelimesinin baskı görmüş halkları simgelediği söylenebilir gerçekten. Türlü baskılar altında acı çeken insanlar dünyanın neresinde olursa olsunlar birbirlerine benzemezler mi? Ya dillerin ve o dillerden inşa edilen edebiyatın acısı? Ülkemizde ve dünyada kültür emperyalizminin baskısı altında yok olma tehlikesi taşıyan, gürül gürül akması engellenen, suları bulandırılan dillerin saçılmış boncuklarını Amerikan yerlilerinin binlerce yıldır gösterdiği direnme gücüyle toplamalıyız.