Bir rutin: Polisin üniversite işgali

Türkiye’de siyasi iktidar ile üniversite arasındaki ilişkiler, ya üniversitenin tümüyle siyasi iktidarın baskısı içine girdiği dönemleri ya da tam olarak “özerk” olmasa bile bu baskıdan biraz olsun sıyrılabildiği dönemleri içerir. Bu baskıların altında yatan şey, siyasi iktidarın üniversitede üretilen bilgiden duyduğu rahatsızlıktır. Bu rahatsızlık sonucu siyasi iktidar, rahatsızlık duyduğu bilgiyi üretenleri ihraç etme ya da çok çeşitli araçlar kullanarak o bilgiyi üretenlerin beyinlerini işgal etme yoluna girebilir. İkinci bir evrede, bu baskılar yeterli olmazsa bizzat güç kullanarak üniversiteyi işgal eder, tehdit eder.

Dar-ül Fünun’un kapatılarak üniversitelerin kurulması ileri bir adımdır kuşkusuz. Böylesi bir ilerlemede bile siyasi iktidar üniversite üzerinde denetim mekanizmalarını elden bırakmamıştır. Sonrasında, 1946’da üniversiteye özerklik getirme çabaları çok uzun sürmez, ilerleyen yıllarda DP iktidarı boyunca özerkliği kısıtlayıcı pek çok önlem alınır, ta ki 1960 Anayasası’nda üniversitelere özerklik tanınana kadar. Bu dönemlerde, siyasi iktidarın kolluk kuvvetlerini kullanarak üniversiteleri işgal etmesi söz konusu olmamıştır. Ancak 12 Mart Muhtırası ile birlikte, iktidarın güç kullanarak üniversiteyi işgalinin önü açılır, hem de yasa yoluyla. 1960 Anayasası’nın 120. maddesi değiştirilerek “üniversite binalarında ve eklerinde suçların ve suçluların kovuşturulmasına” izin verilmiştir. 12 Eylül 1980’den sonra olanlar malum… Özerklik tümüyle rafa kaldırılmış üniversite, siyasi iktidarın her türlü baskısına açık hâle gelmiştir.

Bugün yaşananlar da bu gelişmelerin devamıdır. Günümüzde, üniversitede beyinlerin işgali yeterli gelmemiş olacak ki üniversite bizzat kolluk kuvvetlerince işgal edilebilir durumdadır. Geçen hafta Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde yaşanan da budur. Aralarında öğretim elemanlarının da bulunduğu pek çok üniversiteli darp edilerek, yerlerde sürüklenerek yaka paça gözaltına alınmıştır.

Rektörlüğün bu konuda resmi bir açıklamasına rastlamış değiliz henüz. Örneğin emniyet güçlerinin kınandığına yönelik ya da öğretim elemanlarına, öğrencilere geçmiş olsun dileklerinin sunulduğu bir açıklama duymuş değiliz. Ancak üniversite yönetiminin bir başka yazılı açıklaması var: Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan bir habere tekzip. Cumhuriyet Gazetesi’nin haberinde üniversite yönetimince emniyet güçlerine gerekli iznin verildiği iddia ediliyor. Rektörlük de söz konusu iznin “rutin” olduğunu, izin yazısında “müdahale talebi” olmadığı belirtiliyor. Emniyet Müdürlüğü’ne gönderilen yazıda “mekan içerisinde ve dışında güvenlik tedbirlerinin acilen alınması ve iç mekanlarda yeteri kadar emniyet personelinin görevlendirilmesi” isteniyor. Eğer bu bir “müdahale talebi” değilse, nedir? Bir davet midir? Üniversite, emniyet güçlerini üniversiteye niçin davet eder? Çay, kahve ikram etmek için mi? Yoksa zaman zaman birbirinden uzaklaşan, zaman zaman da içli dışlı yaşayan bu iki kurumu yeniden bir araya getirmek için mi? Biz buna “davet” diyelim, “istek” diyelim, “müdahale talebi” diyelim, hiç fark etmez. Ne dersek diyelim, bu saldırı meşrulaştırılamaz.

Bütün bunlar bir yana, aslında burada üzerinde durulması gereken daha önemli bir nokta, emniyet güçlerinin üniversiteye girmesi için verilen iznin “rutin” olarak betimlenmiş olmasıdır. Ankara Üniversitesi Rektörlüğü Basın ve Halkla İlişkiler Birimi, yazının “rutin tedbir yazısı” olduğunu söylüyor. Yani üniversite yönetimi, polisin üniversiteye girmesini talep ediyor, hem de rutin bir uygulama olarak. Bu rutin uygulama, beraberinde “polisin rutin uygulamalarına” da kapı açıyor. Polis rutin uygulamalarında, kimyasal silahlarla öğrencilere, öğretim elemanlarına saldırıp darp ediyor, istediklerini gözaltına alıyor.

Bildiğiniz gibi “rutin” sözcüğü, ‘sıradanlık’ demek, ‘alışılagelmiş düzen içinde yapılan’ demek. Öyleyse siyasi iktidarın üniversite üzerindeki baskısı artık yeni bir evreye girmiş durumda. Artık emniyet güçlerinin üniversiteyi işgal etmesi, sıradan, alışıldık bir uygulama olarak görülmeye başlanıyor.