Yüz yıl sonra tabu

Az buz değil, aradan neredeyse 100 yıl geçmiş. Çok şeyi değiştiren bir zaman bu. Tabii biz “zaman” diye kolayına alıyor, öyle özetliyoruz. Değişen, somut mekan ve onun bir parçası olan insandır. Sağ da sol da bu dönüşümden payını alıyor...

Biz soldan ve Avrupa’nın banka kasasından hareketle bakalım. Mesela yakında Türkiye’nin badem bıyıklı tüccar imamlarının milyarlarını da nasıl bir ihtimamla koruduğu ortaya çıkacak olan “demokrasi cenneti” İsviçre’den...

Şimdilerde Rusya’nın en azılı hırsızlarına ev sahipliği eden bir ülke bu. Bizdeki, gençliğinde sol örgütlere bulaşıp hemen nedamet getiren ve bol paraya kavuşan dönekleri bile yaya bırakacak kadar zengin oligarklara yataklık eden bir ülkedir İsviçre. Demokrasi modeli sayılan bu ülkeye bakış da, 100 yıl içinde epey bir değişti, tersine döndü.

Nasıl mı?

Çok acıdır: Birinci Dünya Savaşı başlarken, 1917 yılına kadar, Lenin İsviçre’deydi. Bir devrim delisi. Eh, denecektir, eskiden öyleymiş devrimciler Batı Avrupa’da da devrim için çalışırmış. Şimdi koşulların fazlasıyla değiştiğini gözlüyoruz. Artık devrim düşmanı hırsız milyarderler, Rusya’yı talan ettikten sonra ve ganimetlerinin tadını çıkarmak, tabii çaldıklarını da serbest piyasa ekonomisi çerçevesinde yeni yatırımlarla değerlendirmek üzere Batı Avrupa’ya yerleşiyorlar. Övdükleri demokrasi, çaldıkları milyarları koruyan bir rejimdir.

Bizim derdimiz başka...

Şu: 100 yıl önce Lenin İsviçre’deydi. Ömrünün altı buçuk yılını bu ülkede geçirdiği biliniyor. Tam 100 yıl sonra milyarder bir hırsız Mihayıl Hodorkovski (veya Michail Chodorkowski) 10 yıllık bir hapisten sonra İsviçre’de... Halktan çaldığı milyarları rahat rahat sayabilir.

Arada fark var dedik. 100 yılda birçok şeyin olgunlaştığını belirttik. Sadece liberal solda veya liberalizm karşıtı ulusalcı solda, dünyadaki ilk sosyalist hükümetin üzerinden neredeyse bir asır geçmesine rağmen, Türkiye’nin sol ve/veya sosyalist bir hükümet kuracak kadar olgunlaşmadığı konusundaki görüş birliği devam ediyor. Asırlar bile girse araya, Türkiye’nin sosyalizme layık ve hazır olmadığı konusundaki zımni uzlaşma devam ediyor.

Bizim için mesele bir başka yerde...

Asırlık dönüşümü soldan bakarak görmeye çalıştığımızda, sevimsiz bir manzarayla karşılaşıyoruz. Cenevre, Bern ve Zürih’i iyi tanıyan Lenin, sığındığı ülke ve halkını tanımlarken, açıkça “bir uşaklar cumhuriyeti” ifadesini kullanmıştı. Eski devrimciler böyleydi: Bakunin de 1876’da Bern’de, ölümünden daha 10 gün önce, “halkların devrimci içgüdülerini yitirmesinden, durumlarından hoşnut olmasından, zararsız ve atıl kalmalarından” yakınmıştı. Devrimciler, kapitalist metropollerdeki rejimleri hasım sayıyordu.

Ya şimdi?..

Bugün sol iddialı çok geniş bir kesim için, Avrupa, köklü itirazlarda bulunulamayacak bir demokratik rejimin simgesidir.

O zaman, Batı Avrupa’ya Hodorkovski gibi eski bir Komsomol yöneticisinin gelip yerleşmesi kadar normal bir şey olamaz. Anormal olan, hırsız Hodorkovskilerin sığınma yurdu konumundaki metropol rejimlerinin, inim inim inleyen kriz bölgelerinde sola ve halklara umut diye sunulması, bu sunumun sol tarafından kabul görmesidir. Bir tabu bu. Galiba Yunanistan ve Portekiz’de çatırdama işaretleri vermeye başladı.

Toplumsal krizler, tüm tabuları kırabilen bir enerji üretiyor. Buna yeniden tanık olacağımız zamanlardayız.