Yeni 30 Yıl Savaşları

Resmen yaşıyoruz: İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dünya sistemi, büyük kapitalist restorasyonun 25’inci yıldönümünde zıvanadan çıkmaya hazırlanıyor. Özellikle Türkiye’nin hemen üstünde ve altındaki coğrafyalarda, bu iyice böyle. Her şey altüst olmasa, 12 Eylül yetiştirmesi cahil ve dinci bir “prof başbakan” bu kadar rahat restorasyon, daha doğrusu “Şerefsiz Osmanlı’ya Dönüş” çağrıları çıkarmazdı zaten. Peki.

Bir yerlere gidiyoruz.

Nereye mi? Birinci Büyük Savaş’ın sonrasıyla, yani yaklaşık 100 yıl öncesiyle karşılaştırdığımızda, sınırların henüz tümüyle değişmediğini görüyoruz, ama bu sınırların bugün artık tutulamaz hale getirildiğini de görüyoruz. Geçen yüzyılın ilk çeyreğinde oluşturulmuş siyasal sınırlar dursa bile, siyasal ortam, hatta rejimler değişti. Sosyalizmden arta kalmış ve sosyalizme düşman bir dünyanın ortasında art arda patlayan dev mayınlar arasındayız. Emperyalist-kapitalist sistem, en büyük düşmanı olan Sovyet sistemini etkisizleştirip ortadan kaldırmayı başardığından bu yana çeyrek yüzyıl geçti. “Emperyal köstebek”, 1989’dan sonra elbette çalışmalarına ara vermedi. İşini aynı iştahla sürdürüyor: İkinci Büyük Savaş sonrasında oluşmuş denge ve sınırları yok sayarak yapıyor bunu. Gözü daha da gerilerde...

Avrupa tarihine “Büyük Boğazlaşma” diye geçen Birinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesindeki dünya düzeninin bile gerilerine doğru bakan bir kararlılık karşısındayız. Sovyetler Birliği ve onun gölgesinde oluşan devletlerin/ülkelerin artık dikiş tutmasının hiç mümkün olmadığına inanıyor emperyal başkentler. SSCB’nin en güzel hediyelerinden biri Türkiye de artık “uzatmaları” oynuyor. Kırpılacağı kesin. Nitekim bizim geçen haftalarda Batı’nın yeni piyadeleri ve üsleri olarak tanımladığımız gerçekleri, Wall Street Journal da ABD’nin İncirlik’ten vazgeçip Erbil’de konuşlanma planlarını masaya seriverdi.

Neden?

Herhalde bizleri okudukları için değil.

“Fıtratları” bunu gerektirdiği için.

Böylece risk almış da oluyorlar. Doğru. Batı, büyük risk alıyor.

Daha somut olsun: Dünya sisteminin sahipleri, sermaye sınıfı, emperyalist dünya sistemi, artık ne derseniz deyin, altından kalkamayacağı kadar ağır bir yükün altına girmiş olmuyor mu? Bütün devletlerin paramparça olması, alışılmış tüm yapıların yerle bir edilmesi, Avrupa ve yakın çevresinin Birinci Dünya Savaşı arifesine dönüşü olarak görülemez mi? Türkiye’nin başbakanı bile açıkça restorasyon ve Osmanlı çağrıları yaparak bu âlemin bir militanı olduğunu, emperyalizme hizmet edeceğini bağırmıyor mu?

Öyledir.

Zaman, cahil maceracıların zamanıdır.

Bu hesaplar, tutacakları yolunda bir garanti olmasa bile, masaya serilmiş bulunuyor.

Demek ki sermaye, özellikle de emperyal hırslarını gemleyemeyen kesimler, asırlık dengelere, daha doğrusu sosyalizm öncesi dengesizliklere dönüş için çırpınıyor. Misal: Batı’nın önde gelen muhafazakâr yayın organlarında, Türkiye ve çevresinin, Ortadoğu’nun resmen 30 yıl savaşları dönemine giriş yaptığı ileri sürülüyor. Hatta böyle giderse, Putin’i bu kadar hafifsemeye devam ederlerse, Viktor Orban’ın Budapeşte’si başta olmak üzere Avrupa’da Putin türü arayışların yayılacağı, AB içinde dar milliyetçi savaşların patlak verebileceği bile hatırlatılıyor.

Demek ki, iki ucu keskin bir kılıçmış bu dinci-milliyetçi siyasetleri kullanarak bizim merkezinde bulunduğumuz bölgeye yeniden biçim verme çabaları: “Parçacıklar siyaseti”, emperyal başkentlerin dış dünyayı daha kolay yönetmek için uygulamaya soktuğu bir şiddet türüydü, şimdi AB gibi bir “bütünlüğü” değil sadece, o AB’yi, hatta ABD’yi oluşturan büyük birimleri/devletleri bile vurabileceğini göstermeye başladı.

“Parçacıklar siyaseti” hem bir sonuç hem de bir neden, demiştik. Duramıyorlar. Yoksulları küçültüp dinselleştirmedikçe, milliyetçileştirmedikçe, derinleşen ve dünyayı karşılıksız paraya boğan finansal krizin altında kalacaklarını hissediyorlar. Washington’da, Berlin’de, Paris’te egemen şu her azgelişmiş bölgenin dillerinden, mezheplerinden, kültürlerinden mafya tipi (Doğu Avrupa, Karadağ, Kosova, Erbil, Kiev...) uşak devletçikler çıkarma hırsı, akrebi hatırlatıyor aslında: Kötülüğünden değil “naturasından” ötürü yakınındaki canlıları sokmak zorunda kalan akrepten söz ediyoruz.

Türkiye, yakın çevresi ve doğrudan bağımlı olduğu Avrupa Almanyası ile birlikte, bir büyük dağılma enerjisinin etki alanında.

Yangına körükle gidenler, Türkiye’yi Türklükle açıklamaya ve kurtarmaya çalışan siyasetçiler ve bu “Birinci Cumhuriyet” askerlerinin sözde karşıtı ruh ikizleri, birlikte büyük bir gerilim hattı oluşturmuş durumda. Bu gerilimlerin, tüm etnik ve dinsel dikişler boyunca patlayan bombalara dönüşeceğine hep birlikte tanık olacağız. Yani Türkiye’nin çevresinde değil, artık içinde de patlayacak bu etnik-dinsel-kültürel bombalar: 30 yıl savaşları...

Batı, hem de sağı, artık açıkça 30 yıl savaşları dönemine girdiğimizi yazıyor. Böyle bir felaketler çağında, bu ülkeyi de yakın coğrafyasını da sosyalist bir hükümetten başka koruyup kurtaracak bir plan mümkün olabilir mi?

Şaşırtıcı olan, kurtuluşçu sosyalist hükümetin demokratik görevlerinden, sosyalizme reddiye veya “sosyalist hükümet için vakit erken” sonuçlarını çıkaran bazı solun (“postmodern MDD’cilik”) ısrarıdır. Demokratizm herhalde böyle bir şey... Gölgemiz.

Üzerinden atlamamız gereken kendi gölgemiz...