Türkiye’nin başdüşmanı: Sol liberalizm!

Komşu darmaduman. Yunanistan’ın kaç etnik devlete bölüneceğini bilemiyoruz. Ama Avrupa’nın merkezinden bakınca, bazı şeyleri görmek zor değil: Helenlerin birçok kültür çevresi, etnik grup ve dilden oluştuğunu, Altın Şafak türü faşist çetenin telaşı ve sınırları da gösteriyor. Yugoslavya parçalanırken Atina’da seyredenler, tıpkı Ankara gibi, sıranın er ya da geç kendilerine geleceğini hiç düşünemeyenlerdi. İşte oradalar: Yunanistan plütokrasisi halkın ve ülkenin parçalanmasını hızlandıran bir pervasızlıkla hareket etti. Aynı şey sadece  etkili Türk azınlığıyla Bulgaristan için değil, Kürtleriyle birlikte Türkiye için de söz konusudur. 

“Parçacıklar siyaseti”, iktidardaki neoliberal saldırı ve ona -sözde- muhalif sol liberal gericiliğin saatli bomba benzeri ortak egemenliğine verdiğimiz isimdir.

Yunanistan’daki son yılların muhalif şimdinin iktidar tutkunu sol liberal intihar komandolarının başı Çipras ve onun antikomünist kafadarları Latin Amerika’daki sol iktidarlardan, mesela Venezuela’daki deneyimden, önemli bir farkla ayrılıyor: Belli bir ağırlığa sahip ve sosyalizmde ısrarlı komünist hareketi tüm sosyalist talepleriyle dışlayınca emperyalist demokrasiyi ve uluslararası finans oligarşisini kolayca aldatabileceklerini düşünüyorlar. Biz Chavez ve Venezuela Komünist Partisi arasındaki ilişkilerin çok farklı geliştiğine tanık olmuştuk. Çipras ve onun Türkiye’deki karikatürleri, Chavez geleneğinin (“Latin Amerika’nın Doğan Avcıoğlu aklı”) düşmanlarıdır.

Bu, ne demek?

Belki şu: Şıracının (neoliberalizmin) şahidi bozacıdır (sol liberalizm) ve bu denklemden barışçıl bir çöküş, parçalanma veya refah çıkması mümkün değildir. Emperyalizmin sorunu da bu. Avrupa kaynıyor. Yeni emperyalist düzene 1990’lardaki görece sakin geçiş 2015’lerde tek sözcükle hayaldir. Neoliberalizm ve onun tamamlayıcı -sadık- muhalefeti sol liberalizm, el ele bütün bir Avrupa coğrafyasını altüst etmeyi başardılar. Bir dağılma sürecindeyiz.

Bu tehlikeli dağılmanın sonuçlarını yüklenemedikleri, majestlerinin sadık ve sinirli muhalefeti Syriza’ya bakarak da anlaşılabilir. Ancak kaosun eline düşmüş Yunanistan’da komünistlerin (KKE) mevcut iktidarın bayağılıklarına tepkisi son derece öğreticidir.

Tekrar Güney Amerika: Chavez komünistlerle işbirliği yapabilmişti. Bir dönem tasfiyeyi kabul etmediği için Venezuela Komünist Partisi ile papaz olduğunu da hatırlıyoruz. Ama komünistlerin bağımsızlık ısrarı ve sol iktidara desteği sürmüştür. Yunanistan’da ise farklı bir sahne var. Peki, neden?

Başından beri yazıyoruz: Yunanistan’daki sol liberal kadro, Chavez’in damgaladığı bir deneyimin düşmanıdır. Ağızlarından ne çıkarsa çıksın. Örneğin Çipras, omurgalı komünistlerle her türlü işbirliğini reddederek AB emperyalizminden aferin alabileceğini, ülkenin de başına çöreklenebileceğini düşünen bir ucuz politikacıdır. Ülkeyi paramparça etmek gibi bir korkusu da yoktur. Çünkü sol liberalizmde bir ülke ve halk sevgisi yoktur. Sol liberal sürü ideolojisi, kültürlere, etnik gruplara, dinsel ve cinsel cemaatlere “ferahlık”, meta üretimine ise neredeyse sınırsız özgürlük vaat ederek işleri yürütebileceğini düşünen bir burjuva kolaycılığıdır. Çipras ve kafadarlarının, içinden çıktıkları komünist hareketin kanlı bıçaklı düşmanı olmaları anlaşılabilirdir. Bizdekiler farklı mı?

Bizde bu “işbilir” ikilinin ruh ikizleri Türk kültür endüstrisini ve hatta Türk-Kürt “solunu” işgal etmiş gibidir: Elinizi sallasanız Çipras ve Varufakis’e çarparsınız.

KKE’yi ikna etmeden komşuda hiçbir sonuç alınamayacağını şimdiden ve Avrupa’nın göbeğinden bakarak söylemiş olalım ve ekleyelim: Hadi orası Yunanistan, belli bir kitleselliğe ulaşmış ve sözünü geçirebilen bir komünist hareket var, ya bizde durum ne?

Bizde saatler biraz daha farklı işler. Öyle diyelim. Ama sonuç aynıdır. Komünistler, sosyalist iktidar olasılığını gündemden kaldırmayı sol politika olarak yutturmaya çalışan her türlü tasfiyecinin başdüşmanıdır. Önce Küba’da ve ondan yıllar sonra da Venezuela’da devrimciler ülkenin komünistlerini ikna ederek ve onların önerilerini ciddiye alarak iktidarda kalabilmişti. Komünist hareket, ilkeleri ve analizleri tasfiye edilmezse bir işe yarıyor. Biz ise “Yalnız kalırız, aman izole olmayalım, ilke ve çözümlemelerimizle kapitalizme cepheden savaş ilan eder, sosyalizmin mümkün olduğunu ileri sürersek çok fena yalnızlaşırız” diyenlerin egemen olduğu bir iklimdeyiz.

7 Haziran’da tarihimizin en büyük tasfiye dalgasını geride bıraktık. Küçük bir müfreze dışında Türkiye solu bu enkazın altında kalmıştır. Çok genç umutların ve deneyimli devrimcilerin de bu iklimin kurbanları arasında olduğunu gördük. Komşuda yaşananlar bizdekilerin, bizde yaşananlar komşudakilerin habercisidir.

Kaos artık ortak vatanımızdır.

Sosyalizm dışında hiçbir şeyin bu kaosu durduramayacağını söylüyoruz.

Türkiye’de sosyalizmin sadece pratik bir iktidar alternatifi olarak değil, bütünsel bir fikir olarak da en etkili düşmanı, ne badem bıyıklı şeriatçılar ne her boyutta işverenler ne de faşistlerdir. Onları göğüslemek çok kolay. Türkiye’de sosyalizm düşüncesinin başdüşmanları özellikle HDP ve CHP yönetimlerine egemen, Türk kültür endüstrisinin de sahibi sol liberal çetelerdir. O iklimdir. İlle başdüşman arayacaksak, başka yerde aramayalım.

Yunanistan’da yaşanan da böyle bir şey.

İki meseleyle kapatalım.

Bir: Bugünün dünyasında, sosyalist bir hükümetin mümkün olduğunu ileri süren komünistler ve onların örgütlü mücadeleleri kilit konumundadır. Sınıfsal analiz ve çözüm önerileri de anahtar... Kuş beyinli sol liberalizmin görevi, bu kilidi ve anahtarı görünmezleştirmek ve gereksizleştirmektir. Şimdiye kadar başarısız olduklarını söyleyemeyiz.

İki: Paris döküntüsü bir sol liberal “profesör”, emekçilerin sınıfsal enerjisini yansıtan Haziran İsyanı’nı “haysiyet ayaklanması” türünden bayağılıklarla renklendirmeye çalışmıştı. Bu Birikimci uşak kadronun asıl yapmak istediği, sosyalizmin mümkün ve iktidar adayı olduğunu analizlerine ve önerilerine yediren komünistlerin örgütlü bir sınıf haysiyeti olduğunu unutturmaktı. Syriza kepazeliğine tepkinin, bir tasfiyeye direniş, bir devrimci haysiyet olduğunu silmek istiyorlardı. Başaramadıklarını kim söyleyebilir? Her yerde bir yankı yaratabildiler. Çok değil, daha geçen yıl bu ülkede sosyalist iktidarın mümkün olduğunu, bunun için partili örgütlenmenin gerektiğini savunan henüz yirmilerini bitirmemiş militanların Atina’da bugün KKE’nin neden izole olduğunu anlatmak/eleştirmek için sıraya girdiklerine, üstelik bunu komünist siyaset diye satmaya çalıştıklarına tanık olabiliyoruz. Sol liberalizmin her devrimci köşeden itirafçılar çıkarmaktaki büyük başarısını kabul etmeliyiz. İyi.

Sol liberalizm başdüşmanımızdır.

Sıradan kapitalistlerle, dincilerle ve Türkçü faşistlerle baş etmemiz kolay da, bunlarla zor. Başdüşmanımız sol liberalizmdir. Dün “Hayır!” diyen Yunanistan’da, aynanın arkasına dikkatli bakınca, bir kez daha gördük. Döneriz...