Tayyibist şiddet ve Deniz Yücel

Tamam. Ellerinden kurtuldu. Ankara’nın barbar İslamcıları ömründen bir yıl kopardı gerçi, ama geçti artık. Peki bu eziyet, onu bizim kahramanımız mı yapmalı? 

Kimse kimseyi aldatmaya kalkmasın: Murat Belge-İlber Ortaylı kavram çifti sosyalizme ne kadar düşmansa, bunların yetiştirdikleri çıraklar ne kadar bizden nefret ediyorsa, Almanya’nın Deniz Yücelleri de öyledir. 

Ne mi diyoruz?

Bir yıldır susuyoruz. 

Büyük bir haksızlığa uğradı, tamam, rehin alındı, doğrudur, ama Türk ve Kürt devrimcilerinin yıllardır yaşadığı kesintisiz barbarlıkların hiçbirini tatmadı. Tek örnek değil, üstelik şimdi serbest, eh epey bir kalkınır da, zaten Avrupa gericiliğinin amiral gemilerinden Springer Grubu, 68’in solcularından Thomas Schmid’i sonra da hatta Der Spiegel’in Rudolf Augstein yetiştirmesi “efsane yönetmeni” Stefan Aust’u bile genel yayın yönetmeni yapmış, Deniz Yücel’i mi aç bırakacak? Kalkındırır.

Ama Türkiye ölçüleriyle bir tanım verelim bu büyük gazetecinin “entelektüel” kimliğine dair (varsa eğer entelektüel bir kimliği): 

Bir buçuk litrelik bir coca-cola pet şişesini alıp boşaltın, ama içinde çok az kola bırakın ve üzerine biraz Ahmet-Mehmet Altan, epey bir Nuray Mert, azıcık Tanıl Bora-Kemal Can, Ruşen Çakır-Murat Yetkin, Can Dündar, Engin Ardıç, biraz Ahmet Şık ile Ahmet Hakan, bol bol da Ertuğrul Özkök, Hasan Cemal ve Murat Belge koyun, iyice bir sallayın. O köpüren sıvı, Deniz Yücel’dir. 

Bu adamın gazeteci olduğu doğrudur. İğrenç bir komployla ömründen bir yıl çalındığı da doğrudur. 

Ama bu adamın sosyalizm ve sosyalistlerle, dünya ilericiliği ile arasında sadece “nefret ilişkisi” vardır. Vıcık vıcık bir sol liberalizmin tipik örneklerindendir. Bu nefret ilişkisi olmasa, zaten onu şimdi bulunduğu yere (Die Welt) almazlardı ve arkasında da böyle durmazlardı. 

Dolayısıyla Deniz Yücel’in Avrupa gericiliğinin medyadaki amiral gemisi sayılan bir sermaye grubunun “entel” gazetesinde istihdam edilmesi, son derece yerindedir. Doğru ve hak ettiği yerde çalışıyor. “Jungle World” ve “taz” gibi bizdeki Taraf’ı aratmayacak kadar gerici yayınlarda “yetişti”, onların yine bizdeki Yeni Şafak-Star-Karar çizgisinin daha kaliteli bir örneği sayılabilecek Die Welt’ten zaten pek bir farkı yoktu. 

Neyse. Tamam. 

Demek istediğimiz şu: Kimse İslamofaşistlerin gadrine uğradı diye getirip Deniz Yücel’i (daha doğrusu bütün Yücelgilleri, Altangilleri, Dündargilleri vs.) önümüze kahraman solcu diye atmasın. Zaten hazret bizlerden hiç hoşlanmaz ve böyle iddiaları da yoktur. Almancayı güzel kullanır, isteyen Ümit Kıvanç’a benzetebilir, yani bir dil fırlaklığı hiç yok değildir, ama hayatta en son benzemeye çalışacağı şey sosyalistlik veya komünistliktir. Tipik ve gecikmiş bir “1989 militanı”dır. 

Peki, iyi de, ne oluyor? Neredeyiz? 

Can Dündar bir “Politikum” ise, Deniz Yücel de bir “Politikum”dur: Yani “siyasal anlamı yüksek ve kesin bir mesele” haline getirildiler. Buna ihtiyacı var Almanya Avrupası’nın. Demokratlıkları övüle övüle bitirilemeyen İslamcılar 2002 sonunda iktidara geldiğinde bunların hepsi bizim gibi “felaket tellallarına” demediklerini bırakmamışlardı. Biz haklı çıktık. 

Ahmet-Mehmet Altan’ın başına gelen, çok azıyla Deniz Yücel’in başına geldi, ama Altanların arkasında kimse yoktu, Berlin resmen Deniz Yücel’i çekti içeriden aldı. Böylece Türkiye’nin Tayyibist bir şeyhliğe/emirliğe dönüştürüldüğünü, yaşama hakkı bulunmadığını dünyaya da ilan etmiş oldu. 

İşte buyuz. Buradayız. 

Türkiye’de kırık dökük cumhuriyet rejiminin son kalıntıları da 16 yılda paramparça edilmiştir ve ülke artık çöken bir İslamcı şeyhliktir. Muz cumhuriyeti bile değiliz. Dünya bunu bir kez daha gördü. Duvara 200 km. hızla bindirmiş durumdaki bir araç artık kapitalist Türkiye...

Batı demokrasisi, yani emperyalist-kapitalist sistem ve metropoller, her şeyi, her malı, her bireyi kendi çıkarları için kullanmak zorundadır. Bir şeye ortak olmayalım: Tayyibistlerin saldırısından kolayca kahramanlar çıkarmayalım. Tayyiban tetikçiliğine geçiş yapan eski maocular gibi, böyle “felsefi anarşistlik” oynayan şımarık “ergen köpürgenler” de bizden uzak olsun. 

Bir konuda haklı Yücel: Neden içeri alındığını ve neden bırakıldığını anlayamamış; yaşadıklarının hukukla ilgisi falan olmadığını söylemeye çalışıyor. Doğrudur. Biz şimdi küresel demokrasinin tam da bu olduğunu söylesek ne değişecek, kim neyi anlayacak? 

Tekrar: “Deniz Yücel Vak’ası” ortada Türkiye falan kalmadığını, kalamayacağını herkese öğretmiş olmalı. Bir gazeteciyi içeriden resmen çekip alan bir yabancı başkent, parçalanan Türkiye’nin, yani “Tayyibist emirliğin/şeyhliğin”, aslında artık modern bir devlet olarak anılamayacağını dünyaya kanıtladı. O merkezin bunun için Can Dündar-Deniz Yücel ve “risk altındaki akademisyenleri” kullanmaya çalışması kimseyi şaşırtmamalıdır. Doğaldır. 

Durum korkunç. 

Trump ve Erdoğan gibi “devlet adamlarıyla” onlara muhalif demokratların-akademisyenlerin-gazetecilerin sahneyi doldurduğu bir zamanda yaşıyoruz. 

Cehennemde son devreyi yaşıyoruz. 

Yaşanan hukuksuzluklar tam da küresel demokrasidir. Berlin-Paris hattındaki demokrasi Ankara demokrasisinin (“Tayyibist emirlik/şeyhlik”) üzerinde yükseliyor. Nihai ve yüksek yoğunluklu içsavaşın böyle Altangiller, Yücelgiller türünden işletme kazaları veya “yan ürünleri” vs. de olur. 

Örgütlenip bu yıkıcı krizin ötesinde bir hedefi, Türkiye halkının önünde aşkın bir sosyalist seçeneği kurgulayamazsak, sonumuz çok kötü. 

Elbette Türkiye toprağının her zaman büyük ve ilerici sürprizler içerdiğini unutmuyoruz, ama “cazip ve kâzip şöhretleri” gündemimize hiç almıyoruz. Kendi işlerine baksınlar. Biz de kendi işimize bakalım: Sosyalist Türkiye’ye... 

Başka çıkış yolu kalmadı çünkü...

Ya sol Türkiye, ya yok Türkiye!