Sol ‘musahhih’ mi?

Avrupa faşizmi, iktidar kaçkını kıldığı Avrupa solu sayesinde ve 50 yıldır bizi de vuruyor: Hâlâ, kapitalizmdeki “gerçek sol” politikanın, emekçi sınıfları döven politikalara karşı köklü bir iktidar alternatifi oluşturması değil, izlenen emekçi ve aydın karşıtı politikaları engellemesi gerektiği ileri sürülebiliyor. Artık nasıl olacaksa?... Engelleme politikası, iktidar inadının yan ürünüdür oysa. Birleşik cephe ve ünlü faşizm tanımının pek işlevsel olmadığını, eğer ilk büyük işçi devleti 27 milyon ölü ve 50 milyondan fazla sakat vererek Berlin’e ordusuyla girmek zorunda kalmasaydı, daha önce anlamak mümkün olabilirdi. Neyse...

Gerçek, acıdır: Bir ülkede sosyalist sol, eğer somut bir iktidar seçeneği oluşturacak güce ulaşmamamışsa veya bunun için çaba göstermiyorsa, örneğin çeşitli sol akımlar arasında sermayeyi vuracak işbirlikleri bir türlü gerçekleşmiyorsa, yerleşik sistemin oyuncağı olmaktan kurtulamaz. Böyle bir solun “Dinciliği ve sermayeciliği, siyasetten süreceğiz” demesi elbette beklenemez.

Sol güçlendikçe kapitalizmin sosyal demokrat versiyonları büyük hatalar yapmaya başlıyor ve bu, ilk etapta emekçi sınıflara pahalıya mal oluyor. Soğuk Savaş boyunca sosyalizme karşı konuşlandırılmış iki cephe ülkesinden bakalım: Dünya sistemi, hem Almanya’da hem de daha sonra bu ülkenin uhdesine verdiği Türkiye’de, sosyal demokrasiyi benzer biçimlerde kullandı. “Büyük Almanya”nın 1998-2014 dönemindeki Gerhard Schröder-Sigmar Gabriel çizgisi iyi bir örnektir ve Türkiyeli yandaşlarıyla inanılmaz benzerlikler içeriyor. Schröder’in yetiştirmesi Gabriel’in bizdeki Kılıçdaroğlu’nun ikiz olduğu rahatça ileri sürülebilir. Türkiye sağının sosyal demokrat versiyonları, Alman “ustalarından” kopya ederek politika yapmaya çalışıyor. Fark başka yerde, bir trajedide: Türkiye’deki sosyal demokratlar, içlerinden Oskar Lafontaine kalibresinde bir inat ve namus çıkaramamıştır.

Bir şeyi iyi biliyoruz: Sol, bir parti veya ittifak olarak, eğer alternatif bir iktidar projesini-programını kitleselleştiremiyorsa, belli bir güce ulaştığında bile yerleşik sistemin yapı taşı olmaktan kurtulamıyor. “Musahhihlik”, sol siyasetin bittiği yerdir. Sadece düzelterek solcu olunmuyor. Haziran İsyanı biraz da bunu hatırlattı.

Almanya, içerdiği sınıf mücadelesi ve eşine az rastlanır teorik birikimi nedeniyle kuşkusuz biraz daha farklıdır ve olmadık sürprizlere açıktır. Örneğin, bu ülkedeki Sol Parti’nin bir türlü bitirilememiş olması, bu emperyalist ülkenin sosyal demokrat veya sosyalist birikimiyle yakından ilintilidir. Sözü geçen partinin, şu ana kadar, Oskar Lafontaine ve Sahra Wagenknecht direncini içermiş olması nedeniyle ciddiye alındığı ortadadır. Bu iki isim de Sol Parti’nin “SPD’ye stepne” değil, alternatif bir iktidar programına sahip olmasını istiyor. Bu programın sosyalist bir program olduğunu söyleyemeyiz, ama bu bile onu farklılaştırıyor. Yoksa bu parti, sadece Türkiye devrimci soluna düşman unsurların koruyucusu Gorbaçov düşüğü uşakların (eski “komünistlerin”) eline kalsaydı, çoktan biterdi.

Biz çok daha iyisini yapabiliriz. Örneğin, Doğan Avcıoğlu’nun akıllı ve okyanus ötesi çocuğu Chavez’in ülkesinde açtığı yoldan çok daha genişini Türkiye’de açabiliriz. 2014, bu doğrultuda ışık veriyor.