Soğuk İçsavaş’tan Sıcak İçsavaş’a mı geçiyoruz?

Başından itibaren karşıydık. 1918’deki “Şerefsiz Osmanlı”yı ihya ve kendince modernize etmeyi kafaya koymuş bir gerici çete, liberal solun rüzgârını da arkasına alarak, 2002 sonundan itibaren devleti ele geçirmişti. Toplumu sonuna kadar İslamcılaştırmak için hâlâ esip gürlüyor. Aydınlanmacı direnişin beklediğinden büyük olduğunu gördüğünden beri daha bir acımasız.

Ne mi yapıyorduk? AKP’yi demokrasi adına ve bu nedenle haklı olarak destekleyen liberal sürüyü değil, sağlam durması gerekenleri “Felaketin farkında mısınız? ” diye uyarmaya çalışıyorduk. Demokrasi denilen silahın on yıllardır, özellikle de İkinci Dünya Savaşı sonrasında tamamen tekelci burjuvazinin eline geçtiğini hatırlatarak...

Türkiye’nin artık sadece ilerici, sosyalist bir adresle varlığını koruyabileceğini biliyorduk.

Liberal sürü (“Belge’li Birikim Gericiliği”) bir bütün olarak aydınlanmacılığın ve solun omurgalı her türüne savaş açarak, antisovyetizm tanklarıyla, sol adına “Erdoğancı Hurma Cumhuriyeti”nin önünü açtı. Kavram Merdan Yanardağ’ındır, ama ekleyelim: Cumhuriyetin olmadığı bir çürük hurmadır artık Türkiye. Orhan Gökdemir’in açıklayıcı benzetmesiyle ise, her gün tecavüz edilen bir ceset.

Biz, bir paralelliğin altını çizelim.

Dünya sosyalizminin dışarıdan faşist saldırılarla yıkılamayacağını, 27 milyon ölü veren SSCB’de bir rejim değişikliği gerçekleştiremeyeceğini 1945 yılında anlamıştı emperyalist dünya. (Tarihin kaydettiği en büyük imha operasyonunda, tüm soykırımları gölgede bırakan bu benzersiz kıyımda Sovyet kayıpları “yukarıya doğru” tartışmaya açık: “Rusya’nın Savaşı” (Russia's War) kitabında Richard Overy, bazı Sovyet araştırmacıların Büyük Anayurt Savaşı’nda 43 ile 47 milyon arasında bir kayıp tahmininde bulunduklarını hatırlatıyor mesela.)

Sovyetler Birliği 1945’te kazandı. Emperyalizm, Hitler ve Mussolini ile değil demokrasiyle bu kapitalist restorasyon işinin gerçekleşebileceğini anlamaya başlamıştı. Sıcak Savaş’tan Soğuk Savaş’a geçilmesi böyle oldu. Soğuk Savaş, demokrasiyi solun müktesebatından çıkarma ve el koyma, kapitalizmin hizmetine  alma operasyonudur. Bunun geri dönüşü yok.

Gerçekten de Soğuk Savaş, sosyalizmi dünyadan kazıyan en etkili silah olduğunu gösterdi. 40 yıl içinde sonuç aldılar. 1989-1990’daki büyük kapitalist restorasyon, gerçek silahı da göstermiş sayıldı.  

Bize bakalım: Türkiye, 2002 sonundan bu yana 15 yıldır bir “soğuk içsavaş” dönemindedir. Geçen yıl 15 Temmuz ve hemen ardından da 20 Temmuz’daki darbelerle cumhuriyetin son kırıntılarının sahneden atıldığına tanık olduk. Örnek çok: Sadece Cumhuriyet gazetesini ele geçiren liberal kadroyu tarihin en komik gerekçeleriyle, sözde “kanıtlarıyla” yargılama komedisi bunlardan biri. Sıra epeydir demokratlardadır. Şahin Alpaylar falan malum. AKP ve ortaklarıyla Kürt sorununu çözebileceğini, bu yolda devrimci Türkiye solunu, yani bu krizden ancak sosyalizmle çıkılabileceğini savunanları tasfiye için her türlü desteği veren HDP’ye yapılanlar da ortada. Yeni bir sahnedeyiz.

Soğuk Savaş’ta amacına ulaşan dünya kapitalist-emperyalist sistemi Türkiye’de nihai sonucu almakta güçlük çekiyor. O zaman Soğuk İçsavaş döneminden “Sıcak İçsavaş” dönemine geçileceğini söyleyebiliriz. “Hitler/Mussolini light” bir islamofaşist iktidarın, eski tuzaklara düşmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Gözlerini karartmış bulunuyorlar, buna mecburlar. Soğuk İçsavaş’ın (liberal destekli AKP diktatörlüğünün) ardından, yeni dönemde bu eski liberal dostlarını da döverek, hatta imha ederek Sıcak İçsavaş döneminden istediği gibi bir rejim çıkarabileceğini düşünüyor olmalı İslamcı Ankara. Artık tüm itidallerini yitirmiş durumdalar.

Demokrasi denilen içi boşalmış ve tanımsızlaştırılmış kavramlarla solculuk satmaya çalışanlar da yollarına devam etsinler. Sıcak İçsavaş’a girdiğimizde nasıl muamele göreceklerini AKP çeteleri şimdiden yeterince gösterdi. Anlarlar veya anlamazlar, bilemeyiz, ama bizim bu liboş sürü ve döküntüleriyle, hangi rejim şiddetiyle karşılaşırlarsa karşılaşsınlar, herhangi bir ortak yanımız bulunmuyor.  Her biri farklı renkte liberal bir tür Franz von Papen olan Hasan Cemal, Aydın Engin, Can Dündar veya yol arkadaşlarıyla biz, aynı fotoğrafa girmeyi hakaret sayarız. AKP diktası, bunların ortak ve meşru çocuğudur. Dolayısıyla, Hasan Cemal’in Cumhuriyet’e manşetten fotoğrafıyla girmesi eşyanın tabiatına uygundur. Birbirlerini bırakamazlar.

Demokrasi mücadelesi vermeye devam edecekleri anlaşılıyor.  “Erdoğan’sız AKP Türkiyesi” veya “AKP’siz AKP Türkiyesi” vs. ile kendilerini avutmaya çalışsınlar. Herkesin herkese anlatacak bir masalı var nasılsa...

Bizim, bu muhtemel “Sıcak İçsavaş“ döneminden, böyle bir yola tevessül edenleri pişman edecek şekilde, yani sosyalist bir hükümetle çıkmak dışında şansımız bulunmuyor.

Türkiye’nin adresinin silindiği soğuk içsavaş yıllarından her şeyin altüst olacağı “sıcak içsavaş” yıllarına geçiş içindeyiz: “Türkiye baştan aşağı değişecek”, betonlar kırılacak; bu değişimin bizim mücadelemizin bir türevi olacağını hatırlatan Aydemir Güler haklıdır.

Sosyalizm yoksa, Türkiye de yok. Aspirin demokrasisiyle buraya kadar...