Sınıf ve sosyalizm dışında her şey

Her şey var ve bizim dışımızdaki herkes bu “mezbaha şenliklerinde”, isteyen seçim kampanyaları diye de okuyabilir, bir yerlere gelmek istiyor. Milletvekili falan “atanınca” ciddi ciddi bir şey yapabileceklerini sanıyorlar. Aralarında bu kalabalıkta sol siyaset adına bir balık kapma çabalarını kendilerine hiç yakıştıramadıklarımız yok değil. Ama hepsi, şu ya da bu biçimde, çözümün bu kanlı şenlikte alınacak sonuçlara bağlı olduğu kanısında. Hiçbirinin elinde yürürlükteki özel mülkiyet rejiminin aşılması için bir program yok. Hatta hepsinin en büyük korkusu halkın önüne sosyalizm programıyla çıkmak; o programı savunanlar da en büyük düşmanları...  Solun Nevzat Tandoğanları, hazretler: Memlekete sosyalizm gerektiği zaman kendileri getirecekler, onlardan iyi mi bileceğiz? İyi...

İyi de, Türkiye’nin battığını bilmeyen kalmadı. AB de ABD de Erdoğan riskinden kurtulmak istiyor. Açık söyleyelim: AKP kadrolarının kaçabileceği bir yer de kalmadı, o nedenle her türlü barbarlığa tevessül edecekleri kesindir. Kriz, derinleşiyor. Sosyalizm şimdi değilse ne zaman program olacak? Çıkmaz ayın son perşembesinde mi?

Yukarıda “şenlik” falan dedik. Gerçekten de, bu şenliğin bir mezbaha partisi olduğunu, bu kanlı bataklıktan ancak sosyalizmle ve işçi sınıfının öncülüğünde sosyalist bir hükümet eşliğinde, bilgisayar teknolojilerindeki büyük sıçramalar sayesinde iyice kolaylaşmış modern bir merkezi planla kurtulabileceğimizi, bizlerin dışında, söyleyen yok. 

Adamlar tamamen haksız değil. Çünkü öğrenilmiş bir çaresizlik bu yaydıkları. Batı’daki solcu ağababaları farklı değil ki: Bu rezaleti yere göğe koyamayanlar, kendilerini pek bir muhalif sayanlar, bütün cahillikleriyle sadece Türkiye gibi görece az gelişmiş kapitalist mezbahalarda değil, Batı demokrasisi denilen metropollerin modern mezbaha ofislerinde de söz sahibi. Onların borusu ötüyor. Bizdekiler birer kopya yani. 

Her şey var ve her yol mubah. Sadece sosyalizm ve sosyalist aşkınlık, kurtuluşun bu sistemin tümüyle dışında olduğunu savunmak, o aşkınlık doğrultusunda işçi sınıfı için bağımsız ve örgütlü bir yol aramak yok. O, yasak...

Ulusal kimlikler, alt kimlikler, her türden alt kültürler, diller, dinler, mezhepler, cinsler, ötekileştirilenler  vs... Bunlar var, bunların “özgürlük” mücadelesi de var, hep bunlardan, sadece bunlardan söz etmek, bunları siyasete temel zemin olarak atamak var... Modern siyasetin bu bayağılıklara tapınmaktan geçtiği pervasızca ve her mahfelde ilan ediliyor. 

Yalnızca sınıfların ve sınıf mücadelesinin temel alınabileceğini söyleyenlerin bir ağırlığı yok. “Havanın da ağırlığı yok” denirdi, malum. Sınıf ve mücadele diyenlere reddiye var, onlar aforoz ediliyor. Dinozorluk, “sol muhaliflerin” bizim gibi sınıf ve sosyalizm ısrarcılarına layık gördüğü en hafif etiket... 

Açık konuşalım: Bu etiket iyidir, gocunacak halimiz yok, çünkü bir tek bu zemin üzerinde kalıcı bir şeyler yaratabiliriz. 

Şimdilerde şu veya bu patronun “mabadında”,  şu veya bu kimliğin kisvesine bürünerek  bir “ilaç” arayanların, oralardan bir kurtuluş  propaganda eden “demokratların”, bizlerle arasına mesafe koyması sevindiricidir. Bizim sahnede, kendi seçtiğimiz yöntemlerle varlığımızı göstermemiz de iyidir. 

Düzen solunun “bir an bile unutmadığı” (Gorbaçov ve düşükleri, bir süre öncesine kadar hep en komünist olduklarını iddia ederlerdi, malum), ama en uzak köşelere kaçmayı da ihmal etmediği sınıf ve sınıflar mücadelesi, sosyalizmden arta kalmış bir dünyada, her zamankinden daha acımasız oysa. Sadece görülmesi ve hissedilmesi engelleniyor. Bunu morfinle başarıyorlar. 

Morfin! Evet: Hıristiyan, liberal, Müslüman, Türk, Kürt, demokrat vs. uyuşturucular bunlar. 

Özellikle 1989’dan sonra tek taraflı bir katliama dönüşmüş bulunan sınıf kavgasında, ezilen milyonlar, bizzat çalışan/sömürülen sınıflar, kendi üzerlerindeki baskıyı hissedemez oluyorlar, göremiyorlar, duyamıyorlar. 

Peki, sömürülenlerin bile göremediği, duyamadığı, hissedemediği bir mücadele, onlar farkında değil diye sahnenin dışında mı kalıyor? Değil tabii...

Şurası kesin: En acımasız mücadelelerin başında, bu uyuşturucu tacirleriyle mücadele geliyor. “Düzen solu”, sosyalizmin hemen, şimdi ve en acil olarak mümkün olmadığını çeşitli bahanelerle ileri süren muhalifler, uyuşturucu tacirlerinin en tehlikeli militanlarını, “sistem korucularını” oluşturuyor. 

Nereden bakarsak bakalım: Burjuvazi dediğimiz somut kategori, patron sınıfı yani, en büyük başarısını burada gerçekleştirdi: Katliamın şiddeti artıyor, ama katledilenler, ezilenler, aldıkları afyonun etkisiyle hallerinden memnun kan vermeyi sürdürüyorlar. Memnun görünüyorlar. 

Sosyalizmin tek alternatif olduğunu, ancak onunla bu insanlık çıkmazından kurtulabileceğimizi bağırmak zorundayız. Her an yıkılacak bir bina, zangır zangır titrerken bize kulak verilmeyebilir. Ama çöküş başladığında, ki bunun gündemde olduğunu artık çökertenler bile söylüyor, analizlerimizin dikkate alınacağı kesindir. Cerrah kaderi, diyelim. Çok geç olabilir, bu kadar risk kimseyi şaşırtmamalıdır. 

Devrimcilerin en kolay yolları seçeceğini kim söylemiş? 

1941-1945 döneminde, 14 milyonu çocuk, en az 27 milyon insanın katledildiği Sovyetler Birliği’nin büyük anayurt savaşında, durum farklı mıydı? Nazi sürülerini ekmek ve tuzla karşılayan “Sovyet halklarını”, hele hele Ukrayna’nın yanı sıra Kırım’dakiler başta olmak üzere Hitler’in hizmetine giren “Türk-Müslüman” katilleri, silah ve üniformalarıyla beraber (Alan Bullock’a göre) o korkunç 1941 yazında Nazi sürülerine teslim olan 5,7 milyon Kızıl Ordu mensuplarını gördüklerinde, Moskova önlerine kadar neredeyse elini kolunu sallayarak gelen canavarlarla karşı karşıya kaldıklarında, “bizim çocuklar”, garantili köşeler mi aradılar? 

Bize bakalım: Yakup Kadri, ünlü “Yaban” romanını Afet İnan’a “Muhterem Afet Hanımefendiye, bu kitabı Gazi kudretinin nelere rağmen muzaffer olduğunu işaret etmek için” sözleriyle armağan ederken, bir jakoben kaderini yazıya geçirmiş olmuyor muydu? 

Bir yıkımın içine giriyoruz. Sistemin üzerimize çökeceğini biliyoruz ve mümkün olduğu kadar çok insanı kurtarmak zorundayız... Elimizde sosyalizm dışında bir kurtuluş reçetesi yok. 

Doğrusu, 1941 yazındaki bir Sovyet partizanından daha kolay değil işimiz. Devrimci tarihimizin ve devrimci kavgacılarımızın boğazına sarılmış, ama kendisini solcu diye pazarlayabilen bu uyuşturucu tacirleriyle hele, hiç değil... 

Zordayız. Tamam. Altına girdiğimiz yük büyük. Anladık. Başka çaremiz mi var? Kolayı arayan hiç aramıza karışmasın daha iyi...