'Sezen Aksu Türkiyesi' 36 yaşında

Bugün 12 Eylül. Tam 36 yıl önce bugün “Sezen Aksu Türkiyesi” doğdu. Bebekliğinde ve çocukluğunda biraz  fazla kırıp döktü, o kadar olacaktı, ama asıl hedefine 20 yıl içinde oturdu: Doğan çocuğun, bu yeni gerici ülkenin, zaman içinde Menderes-Demirel-Özal çizgisinden el alarak Recep Tayyip Erdoğan, Fethullah Gülen, Abdullah Gül,  Ahmet Davutoğlu, Binali Yıldırım gibi İslam militanlarının eline düşeceği belliydi. Sermaye, dinle dövülmüş bir halk ve dinci bir rejim istiyordu. Laik sermaye ve askerleri için bu, yegâne çözümdü.

Sosyalistler ve komünistler o günlerden bugünü görebildiler. Sadece Türk-İslam sentezinin üstyapısını “Sezen Aksu tipi muhaliflerin”, bir “hedonist sürünün” ele geçireceğini, solu çürüteceğini fark edemediler.

Bunu söyleyenler hiç olmadı değil, oldu, Gorbaçov’u hemen reddeden bu gençlere de “sekter” damgası yapıştırdılar. Bu damganın adı bazen stalinist , bazen kemalist, bazen ise “iflah olmaz komünist” diye değiştirildi.

Ama devrimciler eğilmedi.

Türkiye devrimcileri, 36 yıl önce, Türkiye halkı içinde küçük bir azınlık halinde zindanlara atılıp işkencecilerin eline bırakıldılar, ama hiç teslim olmadılar, oligarşinin önünde, kendi içlerindeki ayrımlara rağmen, eğilmediler, direndiler ve halkımız da, hakkını yemeyelim, çocuklarını bu apoletli ve apoletsiz kasapların elinde yalnız bırakmadı.

Hele anneler... O anneler...

Hiçbirini yazamadık daha...

Kürt halkımız kadar Türk halkımız da çocuklarına sahip çıktı; yoksuldular, sağdaydılar, ama devrimci yaramaz çocuklarını bu kan içicilerin eline bırakmadılar. Bırakmadıkları için, mesela, Arjantin’de 30 bine yakın “kaybedilen”, hani o uçaklardan baygın ve çırılçıplak okyanusa atılan “yıkıcı unsurlar” gibi bir suça, Türk oligarkları teşebbüs edemedi. Bizim çocukları ferah ferah kaybedemediler.

Türk oligarşisi, Türk sermayesi, hain, alçak ve acımasızdır, devrimcilerden teker teker intikam almaya hep kararlıydı, ama yoksul halkımız çocuklarını bırakmadı. Bizde, o Arjantinli ve diğer Latin Amerikalı kasapları aratmayacak Türk kasaplarının eline Türk ve Kürt devrimcileri bırakılmadı.

Kardeşlerimiz de teslim olmadılar, eğilmediler, özür dilemediler, tek elbiseleri giymediler, bazen kitleler halinde ölüme yattılar... Eleştirdikleri SSCB’yi de Türk sermayesinin bekçilerine ve yargıçlarına karşı savundular: “Küfür etmemizi istiyorsunuz, etmiyoruz, Sovyetler Birliği’ni selamlıyoruz” diye haykırdılar, eleştirdikleri Moskova’yı içeriden çıkınca ziyaret etmeyi düşündüler. Kitaplar yazdılar. Sevgi ve akıl yüklüydüler çünkü.

Türkiye halkı akıl ve yürek yüklü bu fedakâr çocuklarını 12 Eylül karanlığında fazla yalnız bırakmadı, dedik. Öyledir, “Şu Metris’in önü bir uzun alan / Bir tek seni sevdim  gerisi yalan” diyen binlerce kardeşimiz, sevgililerini içlerine gömerek, kendilerine kızan anne ve babalarının, ürkmüş küçük kardeşlerinin uzattığı sevgi eli sayesinde ayakta ve hayatta kaldı. Sonra bazıları, dışarıya çıkınca bir başka tuzağa düştü, ama içeride hepsi devrimciydi, hepsi kahramandı.  Kahramanımızdılar.

Latin Amerikalı kasapların Türk versiyonları, binlerce kardeşimizi kimseye çaktırmadan kolayca  katledip kaybedemediyse eğer, bunda bu yoksul ve hüzünlü halkın çocuklarına duyduğu sevginin, takipçiliğinin büyük payı vardır. Tek tük aradan kaçırdıklarının ise hesabını hâlâ soruyoruz, sonuna kadar, devrime kadar ve devrimden sonra da soracağız. Kimse genç ve sosyalist bir cumhuriyetin adaletinden kurtulamayacak.  O katledilen kardeşlerimizin adlarını da caddelere, meydanlara, üniversitelere, kültür merkezlerine vereceğiz.

Halkımız, bu yoksul ve acılı halk iyidir; çocuklarını canavarlara bırakmaz.

Kürt halkımız hepimizin hocasıdır. Hepimizin annesi ve babasıdır.

Zaten onun için bu ülkeyi yeniden ve birlikte inşa edebileceğiz ya.

Bizi, bize kızdığı halde canavarların eline bırakmayan anne ve babalarımızdan, başımıza bir şey geldiğini duyduğunda orada düşüp bayılan, ama hemen ardından da hastane, emniyet ve cezaevi kapılarında çocuklarını arayan o sevgi dağlarından biliyoruz.

Neden Arjantin’deki 12 Eylülcüler 30 bin kişiyi kaybedebildi de, onlardan daha acımasız apoletli Türk kasaplar ve uşakları bizim çocuklara bunu yapamadı?

Halkımız, bizi yeterince güçlü bulmayan insanlarımız, bizi seviyordu, bize kızıyorlardı, ama bizden vazgeçmediler.  Bu konuda Kürt ve Türk halkı arasında bir ayrım yoktur.

“Sezen Aksu Türkiyesi”, bu hengame içinde Türkiye gericiliğinin merkezi ideoloji fabrikas ı Birikim’in, dincilerin, Türkçü ruh hastalarının, Nuray Mertlerin, Orhan Pamukların, Ahmet Altanların fink attığı, Radikal ve Taraf’ların Cumhuriyet’leştiği, yani Sezen Aksu ve yetiştirmelerinin tüm muhalefeti ele geçirdiği bir ülkenin bitiş manzarasıdır.  

Peki.

***

Demek ki biz, oradan değil bir başka yerden aldık darbeyi. “Sezen Aksu Türkiyesi” solumuzun içine sızmış bir hedonizmin adıdır. Şimdi birçoğu sıraya girmiş bir biçimde, emperyalizmle anlaşarak devlet kurmayı hedefleyen “Kürt riyasetinin muhibi” oldular. Bahane olarak da emperyalizmin kanlı uşağı Türk siyasetini gösteriyorlar. Türk ve Kürt halkının birlikte yeni bir cumhuriyet kurmasının önünde sadece sermaye sınıfı yoktur. Onun böyle liberal ve nevzuhur ulusalcı militanları da vardır.

Birinci “Yetmez Ama Evetçiler” dağıldı, onların yerini, daha doğrusu Fetocuların yerini şimdi Türkçü bir başka cemaat almaya çalışıyor korkunç bir Kürt düşmanlığı içinde... İkinci “Yetmez Ama Evetçiler“, nevzuhur Perinçek AKP’si ve eski/yeni apoletli uzmanları, tanklarla Kürt halkının üzerine yürüyor ve buradan çözüm çıkaracağını sanıyor.  Cumhuriyet yıkıcısıdırlar hepsi. El ele çalışıyorlar.

“Sezen Aksu Türkiyesi”nin militanları renk değiştiriyor.

Bu Türkiye bizim Türkiyemiz değil, bize yeni ve sol bir Türkiye lazım, onu kurmak zorundayız.

Yıkacağımız rejimin ve ülkenin adı dincilikle pornografinin el ele büyüdüğü “Sezen Aksu Türkiyesi”nde saklı.  Muhtaç olduğumuz kudret, 36 yıl önce işkence tezgahlarında, zindanlarda kendini kanıtlayan o sevgide, emekçi halkımızın en güzel ve en akıllı çocuklarının damarlarında gizli. Bizi kasapların elinde çaresiz bırakmayan anne ve babalarımızın sevgisinden yeşeriyor.

Bu olanağı görmek istemeyenlere, emperyalist demokrasiden sadaka bekleyenlere hatırlatalım: Sosyalizm yoksa, onun bunun önünde takla atmayan ve “Acil sosyalizm!” diyen bir devrimci sınıf hareketiniz yoksa, bırakın bu ülkeyi, bu coğrafyayı bile bulamayacaksınız.

“Sezen Aksu Türkiyesi” yıkılırsa, ancak o zaman, gerçek, ilerici, aydınlanmacı ve sol bir Türkiye doğabilir. Türkiye solu, 36 yıldır içine kaçmış bu Sezenci hedonizm virüsünden kurtulma mücadelesinde ısrarlı olmak zorundadır. Affedemeyiz.