Sermayenin Türkiye tedirginliği

Türkiye’deki krizin giderek ağırlaştığı, artık Batı dünyasının ve büyük sermayenin açıkça tartışmaya açtığı bir konu. Çöküş, ortada. Yeni dönemin sorusu ve sorunu, galiba bu çöküşün ne zaman vuku bulacağı falan da değil, kime yarayacağı... 

Avrupa büyük sermayesi, Türk krizinin küresel bir çöküşü tetikleyip tetiklemeyeceğini tartıyor. Misal: Bazı uzmanlara göre, TL’de yaz aylarına damgasını vuran büyük gerileme, Alman borsasında (Dax Endeksi) yüzde 5’lik bir düşüşe neden oldu. Tedirginlik bununla bağlantılı. Bir deprem kokusu alanların sayısı az değil.  

Alman büyük sermayesinin gözlemcilerinden haftalık ekonomi dergisi Focus Money, bir süre önce, 7 bini aşkın Alman şirketinin bulunduğu Türkiye’de Almanya merkezli yatırımların 13 milyar avroyu bulduğunu hatırlatmıştı. Vurgusu ister istemez reel ekonomiyeydi. 

“Türk krizi” veya “Türkiye’deki mali yıkım”, aralarında Economist, Bloomberg, Focus Money gibi markaların da bulunduğu pek çok yayının ortak haber konusu çoktandır. 

Alman sağının ve büyük sermayenin sözcüsü, hatta bizzat kendisi bir gazetenin, Die Welt, İslamcı Ankara’ya yönelik ağır eleştirileri, Ankara’yı yerle bir eden analizleri başka bir gösterge. Bu gazete, 3 Ağustos tarihli sayısında geniş bir analize yer vermiş ve 2017 rakamlarıyla bile Türkiye’ye her gün 200 milyon dolar para girmesi gerektiğine dikkat çekmişti. 2018’de bu tablonun çok daha karardığına dair göndermeler içeren bir analizdi. 

Türkiye emekçilerinin bu ağır yükleri nasıl taşıyacağını Batı’da soran herhangi bir “demokratik büyük basın” yok.  Emperyalist metropoller, bekleneceği gibi, Türkiye’nin felaketini kendi çıkarları açısından değerlendiriyor. Türkiye’de bırakın bir toplumsal tepkiyi, bir iktidar değişimini bile öngören yok. Batı dünyasının, bir diğer ifadeyle emperyalist demokrasilerin gerçekten de ayrıntılarda bir cehalet havuzu oluşturduğu söylenebilir. 

Ancak yanlış anlaşılmasın: Metropoller ve yönetim kadroları, Türkiye’nin çok ağır bir krizden geçtiğini hiç görmüyor değil. Ayrıntıları ve geleceğe yönelik projeksiyonları çözümleyemiyorlar. Fakat bu krizden feraha çıkış olmadığının da farkındalar. Dertleri, Anadolu’daki kargaşanın Avrupa’nın en zengin mutfaklarına yansımadan sönümlenmesi... Türkiye’nin bu arada parçalanıyor olması (“parçacıklar siyaseti”) falan,  Avrupa Almanyası için önemli bir sorun sayılmıyor. Hatta yeni olanaklar bile içeriyor. 

Nasıl mı? 

Türkiye emekçilerini yere seren yıkım süreci, emperyalist sermaye için büyük bir fırsat. Türkiye, devalüasyon nedeniyle ve döviz cinsinden çok uygun/ucuz bir konuma yerleşiyor: Yeraltı ve yerüstü zenginlikleri metropol sermayesi tarafından çok daha ucuza kapatılabiliyor. Emek yoğun sektörlerin boğazına çökecek olan yabancı sermaye, yatırımlarıyla birlikte 300 avro düzeyindeki bir asgari ücretle gayet ucuz üretim de yapabileceğini düşünüyor.  Batı, Türkiye’ye böyle çöküyor. Krize neden itiraz etsin?  

Avrupa sermayesinin veya demokrasisinin itirazı veya tedirginliği galiba başka yerde. Hukuk ve insan hakları feryatlarının anlamı, bu tedirginlik eşliğinde yeniden yorumlanmalı. Mülkiyetin dokunulmazlığına garanti isteniyor. Bir mafya babası veya Arap şeyhi pozuyla Türkiye’nin kapısını tutan zihniyetin, İslamcı Ankara’nın yani, pek güven vermediği ortada. Yoksa bu zihniyetin ülkeyi bire kadar ve haraç mezat satması değil sorun. Yabancı sermaye o durumdan çok memnun. 

Araya zaman da girse, iyi bir örnek olduğu için yeniden hatırlanabilir. Die Welt gazetesinde “Modern Sultan mı, müftü başkan mı?” başlıklı geniş analiz ağustosta yayımlandı ve ilginç bir göstergeydi aslında: İnsan hakları ve hukukun üstünlüğü Türkiye’yi satın alanlar açısından çok önemli.  Mülklerin ve mülkiyetin  dokunulmazlığı, kâr/faiz/getiri transferlerinin engellenmemesi, kişiler üzerinden değil sistem üzerinden garantiye alınırsa bir kalıcılık taşıyor. 

İslamcı Ankara’nın başı ise  Batı’ya seslenirken “Beni böyle, bütün fevriliğimle ve olduğum gibi kabul edeceksiniz” demeye getiriyor işi. Oysa tam da bu “Reis tavrı” Türkiye’yi yağmalayan ve daha da yağmalamaya kararlı sermaye için bir endişe kaynağı. 

Büyük yatırımlar sisteme dayalıdır, kişiye değil. Sürtüşmeler bundan olmalı. Sonuçta piyasa, kişilerden çok sistemik garantilere (“hukukun üstünlüğü”) eğilimlidir. Batı’nın “Reis”i bu haliyle kabullenmesi zor. 

Ama şu, çok açık: Türkiye’de ağır bir kriz var ve zenginliklerine el koymak, Avrupa için çocuk oyuncağı.  Çok ucuzladı. Sermaye karmaşık duygular içinde... 

Bazı solumuzun bu enkazda bir yol bulunduğuna inanmasıdır acı olan. 

Yok böyle bir şey. Kıra döke açılması gereken bir yol var. Kurtuluş orada. Sermaye garanti ararmış, arasın, sol garanti falan aramaz. Olmadığını bilir çünkü. 

Devrimin garantisi mi olurmuş?