Neyi öngörebildiler ki?

Büyük Britanya Kraliçesi II. Elizabeth de akıl erdirememiş ve 2008 krizinin şokuyla olmalı, ekonomistlerin neden krizi önceden göremediğini sormuştu saf saf. Bu körlüğün ve sağırlığın, bu çaresizliğin, kusur değil, sınıfsal ve olağan bir nitelik olduğunu nereden bilsin kadıncağız...

Bu iş asırlardır böyle.

Egemen sınıfların, büyük toplumsal kalkışmaları önceden görememek gibi bir özelliği var. Görmek istemedikleri için görmüyorlar ve başarıları, özellikle modern zamanlarda, bu körlüğün galiba emekçi sınıflara da bulaştırılmasından geçiyor. “Kültür endüstrisi” veya medya, bu işte aracı oluyor ve emekçi yığınlar mülk sahiplerinin körlüğünü üstlenince, kendilerini sınıf atlamış, feraha çıkmış sayıyorlar.

Ortada böyle bir tuhaflık var.

Ama bu iş hep böyle: Burjuvazinin, daha doğrusu mülk sahiplerinin toplumsal felaketlerin önceden farkına varması, “gelişmeleri layıkıyla okuyabilmesi ve önlemler alabilmesi”, mülk sahibi olmalarıyla çelişir. O nedenle isyanlar, gerekli koşullar olgunlaşmışsa, patlar ve egemen sınıfları çaresiz yakalar. Tarih, örnekleriyle dolu.

1917’yi görememişlerdi. Onun bir yan ürünü olan 1923’ün mümkün olacağına da hiç ihtimal vermediler. Fidel Castro’nun başarılı olacağına inanan zaten yoktu. Hatta...

Hatta, egemen sınıfları ihya eden ve sosyalist sistemi tarihe gömen büyük kapitalist restorasyon, 1989’un son aylarında bile “görülmüyordu”. Berlin Duvarı yıkılırken, sosyalist Alman cumhuriyetinin birkaç ay içinde ortadan kalkacağı düşünülmüyordu. O cumhuriyete bağlı olanlar kadar düşmanları da buna inanmıyordu.

Elbette genel bir eğilimden söz ediyoruz. İstisnaların önemi yok.

Biraz daha yakına gelelim.

Batı, 2008 krizi sonrasındaki “çevresel” patlamaların, Arap dünyasındaki büyük toplumsal yükselişin, kalkışmanın, -bizler için en önemlisi- Haziran İsyanı’nın yanından bile geçebilmiş, bu gelişmeyi önceden görebilmiş değildi. Demokrasisi önünde taklalar atılan Batı’da, kimse, Arap halklarının isyan edebileceğine inanmıyordu. Ünlü “demokrat” Anthony Giddens’ın, ortalık karışmaya başlarken, Kaddafi rejiminin tehdit altında olmadığı, çünkü Kaddafi’nin Libya’da “çok popüler olduğu” yolundaki açıklamalarıyla bugün hâlâ alay ediliyor.

Dikkat: Analizlerini takip edebilmek için dilleri öğrenilen emperyalist başkentlerle onlara göbekten bağımlı Batı medyasından veya “aydınından” söz ediyoruz.

Sorun başka yerde. Sorun, emekçi sınıfların özgürleşmesi için mücadele edenler açısından, geniş halk yığınlarının bu büyük yanılsamayı paylaşmasında. Çünkü isyan edenler bile, isyan ederken daha, böyle bir iş yapabileceğine inanmıyor.

Gelmek istediğimiz nokta şu: Türkiye’nin derinlerinden gelen dalganın, bize “aydın” veya, daha da komiği, “özgür basın” diye yutturulan Batı’daki propaganda merkezlerince anlaşılması ve öngörülmesi mümkün değildir. Arap dünyasındaki veya emperyalist sistemin diğer zayıf halkalarındaki toplumsal homurdanışları Batı’dan bakarak değerlendirmek, sadece bir körlüğü paylaşmak demektir. Batı dillerini ve “demokrasinin beşiği ülkelerdeki medyayı”, kendimizi anlamak için değil, nasıl bir körlük ve sağırlıkla bu işleri yürütebildiklerini yerinde görmek için izlemek gerekiyor.

Demek ki Marx, o unutulmaz formülasyonuyla burada da haklıdır: “Bilmiyorlar, ama yapıyorlar!”

Washington-Berlin-Paris-Brüksel hattını, bir cehalet ekseni olarak görmek, nasıl bir öngörüsüzlükle birbirlerinin ayağına bastıklarına tanık olmak, ülkemizin tüm sorunlarının sadece içeriden çözülebileceğini kanıtlayan bir tutarlılıktır. AB’nin egemenleriyle ABD, bırakın öngürüyü, bizde olup bitenin farkında bile değil.

Bizde olacakların sadece sol, örneğin siyasetten din ve paranın kovulacağını ilan eden ve iktidar için ittifak arayan devrimciler farkında.