Merkel ve Erdoğan hesapları

İlk bakışta mülteci koruması gibi görünüyor, demek ki, iş “mülteci düşürmesine“ kadar varabilir. Neyse... Almanya Başbakanı Angela Merkel, geçen yıl 2 milyonu bulan mülteci akınını önleyeceğini sandığı Ankara’nın şantajına boyun eğdi ve Erdoğan rejiminin suyuna giderek FDP gibi sağ bir partinin Bremen’deki yerel temsilcisinin, Lencke Steiner, bile diline düştü: Şansölye, “Erdoğanistan ve despotuna” ağır tavizler vermekle suçlandı.

Ortalık gerçekten karıştı... 

Ankara’nın İslamcılarını denetlemek için en azından şu sıra, Alman kamuoyu nezdinde ifade, basın, mizah, sanat vs. her türlü reklam aracı özgürlük hemen satışa çıkarıldı. Bu satışın bedeli ağır olacaktır.

Şimdi şu noktadayız: İslamcı tehdit, Alman kamuoyunun da büyük sermayenin de en tedirgin olduğu konu. Erdoğan’ın önünde resmen “secdeye vardığı” artık Alman sokaklarındaki duvar yazılarına bile giren bir “şansölye”nin pek bir geleceği yoktur. Alman sağının Erdoğan üzerinden inanılmaz bir darbe aldığını söylemiş olalım.

Ama bu önemli değil.

Önemli olan, şu: Türkiye’nin her adımı Almanya için bir iç politika sorunudur. Görüyoruz: Basını da, günlük hayatı olduğu gibi rahatça dizginleyebileceğini sanan bir İslamcı devlet başkanının arzuları, Alman siyasetini sarsabilecek boyutlar kazanmış bulunuyor. Bu iç içe sürecin sonuçsuz kalması ve bunun Berlin’de görülmemesi mümkün değildir.

Tam bir maskaralık aslında: Jan Böhmermann diye bir mizahçının yargılanmasına izin veren ve tabii hazreti bir anda rüyasında görse inanamayacağı kadar yaygın bir şöhrete kavuşturan Alman hükümeti, yargılama konusu maddelerin Ceza Yasası’ndan çıkarılacağını da duyurabiliyor. Böyle ucuz bir komediye daha önce pek sık rastlanmazdı.

Türk tipi siyasetin Avrupa’nın merkezine girdiğine tanık olmuyor muyuz?

Demek ki, arada büyük bir fark bulunmuyor. Alman ve AB reel politikalarıyla Türk siyasetinin arasında uçurumlar falan yok. Bayağılıkların birbirini nicel farklarla izlediği bile söylenebilir.

Neden mi?

Nedeni çok, ama biri de herhalde bu bayağılıkları birbirine yaklaştıran eşitsiz gelişme yasasıdır. Ya da emperyalizm, bayağı yöneticileri sistemin her yanına yayabiliyor. Kim Merkel ile Erdoğan arasında, arkalarında birikmiş sermaye dışında, büyük siyasi farklar olduğunu iddia edebilir?

Ya da, hızla küçülen ve birkaç gün önce oy oranı yüzde 19,5 civarında olduğu ilan edilen SPD ile başındaki Sigmar Gabriel’in, CHP yönetimi ve Kemal Kılıçdaroğlu’dan çok farklı olduğu düşünülebilir mi? Örnekleri çoğaltmak kolay: Almanya’nın “örnek” yeşillerinden, Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Cem Özdemir’in, hani şu önümüzdeki yıl yapılacak genel seçimlere partisinin başbakan adayı olarak katılmak isteyen liberalin, bizdeki HDP ve başındaki Demirtaş’tan farklı olduğunu sanan var mı? Arayan bulur. Bizce pek yoktur, ama arama meraklılarını da frenleyecek değiliz. Demirtaş ile Özdemir’in sosyalizm düşmanlığında birbirlerini geride bıraktıklarını sadece geçerken söylemiş olalım.

Bayağılık artık sınırlar ötesidir.

Türkiye sallanıyor, cahil bir tüccar imamlar çetesinin elinde bir ülke paralize oluyor. Berlin’deki siyaset sınıfı da bu kargaşanın sarsıcı gölgelerini yaşıyor. Ankara ile Berlin arasında pek öyle kurtarıcı mesafeler yatmadığı anlaşılıyor.

Ankara çökerse, Berlin yerinde aynen duramaz. Bunu biz söylemiyoruz; bunu, Berlin’deki hükümet söylüyor, hatta bağırıyor. Angela Merkel’in Erdoğan karşısında neredeyse secdeye varması ve Böhmermann reaksiyonunu başka türlü anlamlandırmak mümkün mü?

Sınırlar, eski anlamını yitirmiş durumda. Ankara’ya bakan Berlin’i anlayabiliyor ve tersi: Berlin’deki kaosu çözen, Erdoğan rejimine hiç şaşırmıyor.

Almanya’nın yükselen gücü AfD’nin, “Hıristiyan Demokrat“ kökenli sözcülerinden Alexander Gauland, ki ülkenin en muhafazakâr bir yayın grubunda da on yıllarca üst düzey yöneticilik yapmıştı, geçtiğimiz günlerde Die Zeit’a yaptığı açıklamalarda sadece Rusya’ya saygı duyduğunu, İslam’ın Almanya’da yeri olmadığını, Türklerin boşuna Viyana önlerinde durdurulmuş olamayacağını falan hatırlatmakla kalmadı, “Merkel şu anda düşüp ölse, geriye CDU diye bir şey kalmaz” diyerek, aslında AKP ve Erdoğan ilişkisini de özetlemiş oldu.

Erdoğan bittiği anda, AKP’den geriye hiçbir şey kalmaz.

Bu benzerlik kimin için iyi, kimin için kötü onu sermayenin demokratları düşünsün.

Biz bambaşka bir yerdeyiz ve bütün bu iklimin insanlığa düşman olduğunu söylemekle yetinmiyoruz.