Mağdurlar cehenneminde siyaset

Siyasetin temelinde mağduriyet mi var? İlk sosyalist devletin kuruluşunun üzerinden bir asır geçmiş, artık sosyalist siyaset için böyle şeyler söyleme hakkımız yok.

Şu, doğrudur: Emekçi sınıflar ve aydınlanmanın özgürleştirici ruhu kapitalizmin gadrine uğramaktadır ve bu tarihsel haksızlık karşısında bir tepkiyi dillendirebilirler. Ama bu gadrin açık seçik görülebildiğini kim söyleyebilir? Örtülüdür çünkü ve sosyalist siyaset, mağduriyetten doğup bu mağduriyetin adım adım kaldırılması veya hafifletilmesi için yapılmaz. Mağdur edenlerin, mağduriyet rejiminin ve mağdur kurbanların üzerine atılmış örtüyü (“kültür endüstrisi”) kaldırmakla da yetinemez. Mevcut sistemin kökünden değiştirilmesi, kapitalizmin aşılması için yapılır sosyalist siyaset.

Komünist partiler, mağduriyetin temellerini (“özel mülkiyet rejimi”) imha etmek için vardır. Sınıflı toplum ve ideolojilerinin  belini kırmaya yeminlidirler. Mağduriyet “yönetişimini” solculuk sananların halini görüyoruz.

Ama şu, herhalde çok daha doğru: Bütün demokratlar ya mağdurdur ya da mağdur olduğunu düşündükleri kesimlerin sözcülüğüne soyunmuşlardır. Bu mağduriyetlerin temelini oluşturan kapitalizmi yıkmayı ve sosyalist bir toplum kurmayı (devrimi) değil, mağdurların kısmen de olsa rahatlatılmasını hedeflerler. Böyle bakınca da bir mağduriyet jeneratörü gibidirler. Sürekli mağduriyet üretmek zorundadır; ekmekleri buradandır çünkü.

Demokrasi ve demokrat mücadele, varsa eğer böyle bir şey, mağdurların oluşturduğu rant aralığının diğer adıdır.

Türkiye’ye bakalım.

Kürtler mağdur olduklarından emindir. Dilleri bile yasaklanmış bu insanlarımızın tamamen haksız olduğunu kim söyleyebilir? Bu mağduriyeti, sadece bunu işliyorlar artık. Fakat epey bir zamandır Türkler de mağdur olduklarını düşünüyorlar. Bundan eminler hatta. İslamcılar ise oldum olası, tüm bir cumhuriyet rejimi boyunca mağdur edildikleri inancındadırlar. Emperyalizm sözcüğünü işlerine geldiğinde ve mutlaka sosyalizmsiz kullanıp ilericilik diye yutturabilen Memduh Tağmaç-Kenan Evren-Çetin Doğan laikliği  de Batı’nın mağdur ettiği garibanlar olarak itirazlar dillendirmektedir vs...

Sadece bu üç mağduriyet köşesinden bile, üç parçalı bir Türkiye coğrafyası çıkarabiliriz. Parçalanmadan söz ediyoruz. Daha önce de yazdık “Üç Kosova” diye: Türklerin mağduru Kürtler kopuş planlarında son aşamadalar; mağdur İslamcılık Anadolu’nun ortasına kapanmaya hazırdır ve buraya abanmaktadır. Batı’nın ve İslamcıların mağduru rolünü üstlenmiş antikomünist “modern Türkler” de ellerinde Sözcü ve Aydınlık gazetesiyle herhalde kıyılardaki bölgelere sığınacaktır. Şunu ekleyelim: Bu gerici projelerin hepsi bir mağduriyet batağından çıkıyor. “Mağdursan”, bu projelerden birinin önüne yatmak zorunda kalırsın.

Ancak, postmodern dünya tam da budur: Paramparça toplumdaki her cemaat, her topluluk, her mahalle, ağır bir gadrin, haksızlığın kurbanı olarak, mağduriyetle çarpışıyor. Her ayrıntıda, her köşede yeni bir veya birkaç mağduriyete daha tanık olunuyor. Mağduriyetin biri giderken diğeri kapıda beklemektedir. Mağdurlar cehennemi, modern kapitalizmin diğer adı kabul edilebilir. Bu cehennemin idamesi için temel ilaç “mağdurların mağduriyetini gideren demokrasi oyunu” olmalıdır. Mağdurlar cehennemi böyle bir sahnedir.

Eğer böyleyse, mevcut kriz bin parçalı bir mağduriyet bohçası ise yani, bu bohçadan sosyalistlere ekmek çıkmaz. Liberallerin maymunu olmuş her türden demokratın ise doğru yere tezgâh açtıklarını kabul etmeliyiz. Her mağduriyet, tıpkı kapitalizmde tıbbın insanın neredeyse her hücresinden milyarlar kazanılacak bir maden, bir sömürü kaynağı çıkarması gibi, acımasız bir ekmek teknesidir.

Mağduriyet, son tahlilde, bir kapitalist zihniyet ve en ahlaksız bir rant avcılığıdır.  Sola sızmayı başardığı için “en ahlaksız”.

İşte sosyalist politika, bütün bu mağduriyetlerin temelinden iptalini hedefler. Bunun için yapılır. Sistemin bütün açıkları, “iğne ucu kadar olanları” dahil, hep bu amaca hizmet ediyorsa, değerlendirilir. Biraz da bu nedenle, ciddi bir komünist parti, falan veya filan mağduriyetin rantına konamaz. Konacağını ve meclise falan girip sosyal mücadelede iki satır nefes alacağını sananların ne hale geldiklerini Gorbaçov’dan beri veya bizdeki Ufuk Uras deneyiminin güncel “pek devrimci”  versiyonlarından sonra rahatça görebiliriz. Bu döküntüleri bırakalım.

“Biz mağdur filan değiliz! ” diyen devrimciler ya “Hemen, şimdi, acil sosyalizm! ” diyerek siyaset sahnesindeki ayrıksı kimliklerinin altını çizerler ya da bu mağduriyet bataklığında, bu mağdurlar cehenneminde bir post kapmayı yegâne iş bellerler.

“Üç Kosova” halinde döküleceği anlaşılan Türkiye’nin ihtiyacı, bütünlükçü bir kurtuluş projesidir. Ama bunu sosyalist iktidarsız kimse düşünmesin. Olacak iş değildir. Devrimci demokratizmin ürünü birçok mahfelde, bir ara şu veya bu mağdurun peşinde rezil olmayı sosyalist siyaset diye sineye çekenlerin, son dönemde liberal çürütme merkezleriyle aralarına mesafe koyma sinyalleri vermesi olumlu bir gelişmedir.

Biz hep aynı şeyi söyledik aslında: Sosyalizm ve devrim bir fikrisabit haline gelmez (“Hemen, şimdi, derhal sosyalizm!”) ve bir güce dönüşmezse, Türkiye coğrafyasını ölüm bekliyor.

Daha açık söyleyelim: Mağduriyet tuzağına düşmek istemeyenler, “Biz mağdur değil, muhatabız” diyenler, acil sosyalizm programına onay vermezlerse, adına ne derlerse desinler, böyle bir proje kurgulamazlarsa, yaşadığımız mağdurlar cehenneminde rant avcılığına mecbur kalırlar. Kürtlerin, Türklerin, İslamcıların, Romanların, kadınların, eşcinsellerin, çevrecilerin vs. uğradıkları haksızlıklar o kadar çok ki...

Mağdurlarda ekmek çok yani.

Ama o ekmekler kanlıdır ve sosyalist siyaset mağdur avutup rantlara konmak için değil (“Biz’ler Meclis’e”), mağduriyetin kaynağını siyasal-toplumsal bir devrimle kurutmak ve tarihe gömmek için yapılır. Emeğin ve yaratıcı aklın sömürülmesine, bu mağduriyet batağına sadece sosyalizmle son verebilirsiniz.

Kapitalizm bir mağduriyet ve mağdur üretim merkezidir, bir fabrika, o halde mağdurun ve mağduriyetin biri gider yenisi gelir.

Demek, müthiş bir çekim gücüne, büyük rantlara direnebilmektir sosyalist politika. Neoliberal dönemin demokrasisi (kimilerince “postdemokrasi”) ile aradaki fark da bu olmalı: Rant avcılığına karşı çıkmak ve rantın maddi-manevi kaynaklarını imha programından geri adım atmamak.

Şu sıralar “Elim kırılsaydı da şu HDP’ye oy vermeseydim” diyerek antiliberal özeleştiriler çıkarmaya yönelen bazı devrimci kardeşlerimiz haklıdır: Biz mağdur falan değiliz, bu mağduriyet kalesini, yani kapitalizmi kurutmaya kilitlenmiş yepyeni bir siyaset biçimiyiz. O nedenle bazı kolaylıkların önünde takla atmayız, atanlara da acırız ve solun dışına iteriz. 200 yıllık bir ilericilik mücadelesini, özellikle de 1923 Projesi’ni “anomali” sayan “parçacıklar militanlarının”,  solla ne ilgisi olabilir ki?  

Mağduriyet pınarlarının marifet ve militanlarına sık sık değineceğiz. Siyasette bu kopuşçu zihniyetle (“Ne Yapmalıcılar”) temas eden, değişeceğini bilmeli, hatta daha temas kararı aldığında bile değiştiğinin farkına varmalıdır.

Bu, herhalde yeni bir durumdur.