Kriz ve yüzyılın yalanı

Ankara’nın İslamcıları, yönetemiyor. 24 Haziran gecesinden itibaren dananın kuyruğu çok fena kopacak. Muhalefetin ittifakları da farklı değil. Malum. Peki, Türkiye’nin iplerini elinde tutan Almanya Avrupası’nda durum farklı mı? Misal... 

Eğer Avrupalılar yönetebiliyorlarsa, kriz falan artık vız geliyorsa yani, neden ciddiye alınabilecek bir hükümet kuramıyorlar? Berlin aylarca hükümet için bekledi. Geçen hafta Roma bitmeden Madrid başladı. Atina zaten yerle yeksan. Doğu Avrupa darmaduman: Faşizmin akraba partileri art arda iktidara seçimle oturuyor. Fransa’nın Le Penleri malum. Viyana’da faşizan bir parti (FPÖ) sağ koalisyonun sağlam ortağı... 

Avrupa krizin daniskasını yaşıyor ve kargaşa giderek derinleşiyor. 

Dünyada bir ticaret savaşının koptuğunu, koşulların 1914 öncesini hatırlattığını, sermayenin en sadık medyasında bile artık açıkça okuyup izlemiyor muyuz? 

Başka türlü yaklaşalım. 

Epeydir yelkenleri suya indirmiş görünen Michael Hardt ve Antonio Negri, “yeni demokratik düzeni” anlatacakları duyurulan yeni marifetleri “Assembly”nin bir yerinde, bir şeyi hatırlıyor ve/veya hatırlatıyorlar. Reel sosyalizmin amansız düşmanı ama nedense pek bir komünist kabul edilen bu iki “kâzip şöhret”, yani “aslan demokrat”, toplumsal hareketlerin tanım gereği ve kendi başlarına ilerici olamayacaklarını “bağırıyorlar”. Emekçi sınıflara dışarıdan bilinç taşımanın eşitsiz ve bileşik gelişme yasasının olağan sonuçlarından sadece biri olduğunu düşünen “Ne Yapmalıcılar”la her zaman kanlı bıçaklı bu “yeni yüzyılın yeni moda iki teknokratı”, neden haksız olsun? Haklılar. 

Gerçekten de işçi sınıfı ve emekçi halklar, dünyanın neresinde olursa olsunlar, yoksullaştıkları için falan ilericileşmezler. Gericileşmeleri daha büyük ihtimaldir. Şimdi onu yaşıyoruz. 

Sosyalizmlerini bizzat yıkabilirler (“1989”) ve kapitalizmin küresel krizinde de kendilerinden daha güçsüz emekçi katmanları, kaçakları, göçmenleri ezmeyi veya dışlamayı seçerler. Etnik, dinsel, cinsel, kültürel, ahlaki vs. gerekçelerle, sermayenin istediği her yola girerler, ama kendi başlarına emekçilerin tarihsel kurtuluşuna çıkaracak sosyalist yollara zinhar sapmazlar. Doğaldır. Kapitalizmi ve onun insanını/kitlesini böyle tanımlamak çok mu zor? Statik bakmamak şartıyla, çok yanlış değil. 

Kitlelere, emekçi katmanlara, mutlaka dışarıdan müdahale etmek ve onları ileri olana yönlendirmek, hatta itmek gerekir. Hani ille bir tanım yapılması gerekirse, bu haliyle çok eksik olduğu belirtilerek, leninist parti teorisini böyle tanımlayabiliriz. Jakoben inat, bu parti tipinin uydurduğu değil, umudun ve kitlelerin bilinç eksikliğinde, gericiliğin salvoları altında yeniden üretmek zorunda kaldığı bir reflekstir. 

Neden? 

Kitlelerin tekelci kapitalizmde kendiliğinden ilerici değil bir eğilim olarak gerici olduğu tezi, kapitalizmin yaşadıkça sosyalizmi uzaklaştırdığını, gericiliği ve büyük yıkımı ise sahneye çağırdığını bilmenin bir sonucudur. 

İşçi sınıfı, onun üretim içindeki konumu ve yoksullaşması nedeniyle kendiliğinden ilericileşmiyor, kendi başına hiçbir şey olmuyor, tersine sistemin kendisine zorla zerk ettiği her türlü gerici ideolojinin pençelerine kapanmayı tercih ediyor.  İlerici yönsemelere tümüyle kapalı değildir, tamam, ama ilk baktığı yerde ilericilik değil gerici ideolojiler vardır.  Onlara yönelir. Işığa yönelen pervaneler gibi. Yanacağını bilmeden... 

Başka türlüsü çok zor: Neden, zarar etmesine rağmen trilyonlarca dolar veya avro yatırılan “medya” ve kültür endüstrisi var? Sermaye düzeni ideoloji üretmeye neden bu kadar kaynak ayırıyor? İlerici refleksleri kazımak için değil mi? 

Öyledir. Kazdığını artık kendi teknokratları, yani reel sosyalist deneyimin başdüşmanı “komünistler” de söylüyor. Kâzip şöhretler, demiştik... 

Emekçi katmanlar, eğer içinde çırpındıkları sömürü koşullarında paramparça olurken bile ilerici çözümleri, sosyalizmi aramıyorsa, bize bu denklemi bozacak bir aracı kurum gerekir. Bir türlü verilmeyen tepkinin, mevcut sistemin ötesinde bir arayış olarak bilince çıkması için hemen, şimdi, derhal sosyalizmi kurmaya yeminli bir “sistem aşırı” parti gerekir. 

Parti, kitlelerdeki entelektüel, ideolojik, kültürel ve hatta ahlaki sıçramayı sağlayacak yegâne düzlem, düzenek ve kaledir. 

Bir karşıtlık olduğu hemen göze çarpıyor: Kültür endüstrisi, toplumu, sosyalist devrimi gerçekleştirmeye talip partinin tuttuğu noktanın tam tersinden yakalamaya çalışmaktadır. Görüyoruz. Başarısız olduğu söylenemez.  

Yenisi veya eskisi, toplumsal hareketlerin kendisine dışarıdan zorla taşınan ve kabul ettirilen bir sosyalist bilinç yoksa (“entelektüel şiddet”), bunların ilerici bir arayışı da olamaz. Olmamalı. Yoksa tekelci kapitalizmdeki teoriyi, ideolojik mekanizmaları, kültür endüstrisini falan hiç açıklayamayız. Kitlelerin kendi başlarına “hemen, şimdi, derhal” sosyalist iktidarı hedeflemiş bir işçi sınıf partisi olmaksızın ilericiliği, yüzyılımızın yalanı ve en gerici sloganıdır.  

O halde Avrupa’da da hızla yayılan sağ popülist  toplumsal hareketlerin, var olan refah kırıntılarını dışarıdan gelen göçmenlere karşı koruma güdüsünden kaynaklanan faşizme yakın akraba eğilimleri, ki biri de AfD (Almanya için Alternatif) denilen ve AB’nin sahibi sayılan bir ülkede kök salan tuhaf örgüttür, kapitalizmin gereklerinden doğuyor. 

Komünist siyaset sahneden geri çekildiğinde, toplumun karşısına acil bir sosyalizm programıyla çıkmayı reddettiğinde, kapitalizmin krizinde bile her türlü çare, önce gericiliği ve sermayeyi okşar, ona yaranır ve ondan yardım dilenir. Acıyı dindirecek sermaye reçetelerini solculuk adına üstlenirler.  

Tıpkı şimdilerde Türkiye’de, hani şu göz göre göre batan ülkede, sol partilerin çeşitli bahanelerle komünistlere tepki göstererek partili olmayı reddetmeleri ve tutunacak bir kuyruk bulmaları, “ama farklı olduklarını bir an bile unutmamaları” gibi... 

Kürt veya Türk, dinci veya din dışı, kadın veya erkek, her ne ise, sosyalizmi acil bir program olarak görüp işlemeyen her türlü hareket, solcu diye sunulsa ve “yeni toplumsal hareket” diye sırtları sıvansa da, gericidir. İçindeki tek tük namuslu insanlar, hatta solcular pek bir şeyi değiştiremezler. Partilerini ve partili siyaseti ne olduğu meçhul ittifaklar adına hemen satan hareketlerin belki anlaması zor, ama sahnede sosyalist bir entelektüel şiddet ve onun programatik eylemcileri yoksa, ilericilik namına da hiçbir şey yok demektir. Onun bunun kuyruğuna yapışan yaşlı veya genç “sol particilere” duyurulur. 

Kriz büyüdükçe, ilerici çözümler yaklaşmıyor. Umut sönüyor. Sadece inat insanı kurtarabiliyor. Sosyalist inat. Bunun için de her zaman şartların olgun ve umudun büyük olması gerekmiyor. Şartlar olgun ve umut büyük olduğunda herkes solcu; o zaman solcu olmaktan kolay ne var? Mesele başka...

“Kriz, sosyalistlerin tek ve asıl ekmeğidir.” Bazen bir kıvılcım yeter. İnatsızların ve kendilerini kolayca reddedenlerin anlaması zor, ama derin krizde bıçağın kemiğe dayandığı sahnede, emekçi kitlelere yine de seslenme olanaklarımız var. Parti olarak var. Sosyalizmi acil program  olarak dayatırsak var. 

Parti yoksa, partinizi reddetmişseniz, ilericilik etiketi yapıştırılmış (“yapıştırma bıyık” gibi) sosyal bir hareket veya tarikatsanız, entel mafyadan ne farkınız kalır?

Hardt-Negri bile anladı da, “bizim sol tarikatlar anlamadı ya la”! 

Neyse..